11 Eylül 2012 Salı

Cocuk_Terbiyesi_1

1.      Çocuğu küçük yaşta ihtiraslarınıza kurban etmeyiniz, doktor olsun, mühendis olsun diye dayatmalarda bulunmayınız.
2.      Çocuk anne-babasının ilgisini çeken davranışları sürekli olarak tekrarlar ki dikkatleri üzerine çeksin, bu durum onun tekrarladığı hareketleri huy edinmesine yol açar.
3.      Çocuğa zorlamalarda bulunulmamalı onun yerine özendirme yoluna gidilmelidir.
4.      Çocuklar hatalarından dolayı “ Allah sevmez veya yakar” gibi sözlerle tehdit edilmemeli ki Allah'a düşman olmasın. (Dindar ailelerin çocuklarının bozuk olmasının bir sebebi budur)
5.      Hamilelik döneminde kadın önceki yemek düzeninin bozmamalı hamilelik nedeniyle fazla ya da az yemek yeme yol Kocası tarafından sevilen hamileler pek kusmazlar una gitmemelidir.
6.      Kocalık vazifesini yerine getirmeyenler babalık vazifesini de yerine getiremezler, bu durumda  çocuğun terbiyesi eksik kalır ve  sinirli, geçimsiz biri olarak büyür..
7.      Hamilelikte kadın çocuğun yükünü  değil anneliğin yükünü taşıdığını unutmamalı.
8.      Çocuk kadını daha olgunlaştırır ve İhtiyaç ve merak ne zaman başlamış ise çocuk terbiyesi de o zaman başlamış demektir.
9.      Sinirli ve geçimsiz çocuklar saadetsiz izdivaçların mahsulüdür.
10.  Evlenmekte gaye maddi refah ve lüks içinde yaşamak olmamalı aksi takdirde dünya saadeti bile kaybedilir.
11.  Kadın çocuğuna baba seçerken genç, zengin ve yakışıklı olmasına değil, dinine bağlı olmasına dikkat etmeli.
12.  Kocasını sevmeyen kadın kendisine arkadaş olsun ve yaşlandığım zaman bana bakar diye çocuk doğurmamalı.
13.  Çocuklarımızın bizi nasıl mutlu edeceklerini düşünmenin yanı sıra onları nasıl mutlu edeceğimizi de düşünmeliyiz..
14.  kocasına daha çok yaklaştırır.
15.  Hamilelik döneminde ruhla alakalı (üzüntü-sürur) her durum cenine (çocuğa da) tesir eder.
16.  Kocası tarafından sevilen mutlu kadınlar bulantı ve kusma gibi fizyolojik problemleri daha az yaşar ya da hiç yaşamazlar.  
17.  Narkoz ve bayıltma ile doğum yapan anneler, ileride çocukların yaramazlıklarına katlanamazlar. Ve çocukta ruhsal ve zihinsel engeller olur.
18.  Bayıltma olayı yaradılışa zıddır. İnsan ızdırap ve acılar sonunda elde ettiği şeyi iki kat fazla sever. Bu acıdan sonra çocuğun ağlamasını duyan anne ne kadar mutlu olur anlatılmaz. Bayılan annede bu zevklenme yoktur ve çocuğuna karşı fazla şefkat duymaz.
19.  Anne çocuğun ağlamasının kendi acıları için olduğunu zanneder.
20.  Kadın için en büyük zevk doğurmaktır.
21.  Kocası ve etrafı çocuk istiyor diye doğum yapanlar emziremezler.
22.  Çocuğun  annesine olan  sevgisi memelere sel gibi süt akıtan sihirli bir tesir yapar.
23.  Süt kesilmesinin beslenme ile alakası pek yoktur.Kocası veya ailesi tarafından sevilmeyen veya ruhsal problemler yaşayan kadınlarda süt kesilmesi daha sıklıkla  görülür .
24.  Çocuğu aşırı kucağa alıştırmayın şımarık olur.
25.  Çocuk hiçbir problemi yokken (karnı tok, altı kuru....ise) ağlıyorsa hemen susturmaya çalışmak, kucağa almak yerine bir süre ağlamasına izin verilmelidir.Ağlamak çocuğun ciğerlerini genişletir,kan deveranını arttırır. Daha çok oksijen aldıklarından kanları temizlenir ve sağlıklı olurlar.
26.  Anne sütü ile beslenen çocukta pek gaz olmaz, olsa bile vücut atmasını bilir.
27.  Müshil denilen gaz çıkartıcı gibi şeyler kesinlikle alınmamalıdır.
28.  Gaz çıkartma işi çocuğa meme verdikten sonra onu yüz üstü omuza yatırıp sırtını sıvazlamak suretiyle yapılır. Bu şekilde gaz kolaylıkla çıkar.
29.  Çocuğun her istediğini yerine getirmek  onun egoist  ve zorba yetişmesine yol açar.
30.  Çocuk zorla yedirilip içirilmemelidir. Ayrıca her istediğinde değil saati gelince meme verilmeli ki  sütünü içerken oyun oynamayıp , karnını doyurmaya çalışsın.
31.  Şefkatiniz, sizi çocuğun her isteğini yerine getiren kişi duruma getirmemeli. Her istediğini yerine getirir, her zorluğunu siz görürseniz gölge çocuk olur yani zayıf iradeli kendi başlarına iş beceremeyen aciz insanlar ortaya çıkar.
32.  Çocuğun bohça gibi elini-kolunu bağlamak iyi değildir.
33.  Giydirdiğiniz şeyler çocuğun kol ve bacak hareketlerine engel olmamalıdır.
34.  Çocuk uyandığı zaman hemen yanına gitmeyin ki karanlığa, ışığa, seslere, yalnızlığa alışsın ve bunları kendi başına keşfetsin.
35.  Çocuğa serbest hareket etme imkanı sağlanmalı. Anne baba kendilerini çocuğa bir gölge gibi takip ettirmemelidir.
36.  Çocuğa kendisine zarar vermesinden korkarak eldiven giydirilmemeli ki dokunma duyusu körelmesin.
37.  Terbiyenin ve çocuk üzerinde disiplin sağlamanın en emin vasıtası sevgi, şefkat, sabır ve çocuğa iyi örnek olmaktır.
38.  Çocuğun -zarar verecek duruma getirmemek kaydıyla-  aç kalmasından korkulmamalıdır. Biraz açlık çekmesi nimetin kıymetini anlamasını ve doymaktan zevk almasını sağlar. Bu nedenle çocuklar gıda ambarına döndürülmemelidir.
39.  Fıtratına fazla müdahale etmeyiniz.
40.  Kadınlar doğumdan sonra genellikle cinsi yönden soğuk olurlar, kocayı ihmal ederler.
41.  Çocukla yetişkinler gibi konuşun çünkü sizi taklit edecektir ,onun yanlışlarını siz taklit etmeyin.
42.  Çocuğunuzu doğru telaffuza zorlamayınız.
43.  Çocuklarını emzirmekten zevk duyan, şevkle emziren annelerin sütü genellikle kesilmez .
44.  Çocuklar  genellikle iki yaşından itibaren kaşıkla yemeye merak duyarlar.Bu durumda çocuk engellenmemeli ki öğrenebilsin.
45.  Sütten hariç hazır mamayı satın almamaya çalışınız. Sizin yaptığınız meyve suları, sebze çorbaları, yoğurt, peynir, yumurta bütün vitamin ve protein ihtiyacını karşılayacaktır.
46.  Tek çocuklar genellikle nazlı büyütülür. Hatası olduğunda genellikle ceza görmez daha çok affedilir, müsamaha görür. Bu durumda şımarık ve dengesiz büyür. Kardeşi olan çocuklar paylaşmayı, yardımlaşmayı, arkadaşlığı, fedakarlığı ve en önemlisi kardeşliği öğrenecektir. Bu bilgiler yaşanarak öğrenilir.
47.  Çocukların en küçük rahatsızlıklarında gösterilebilecek yersiz telaşlar nedeniyle çocukta ölüm korkusu inkişaf eder.Bu nedenle çocuk ölümden, karanlıktan, yüksekten ve yalnızlıktan korkar. Uyur gezerlik ve gece kabuslar görme gibi rahatsızlıklar görülebilir.
48.  Evde her istediği yapılan  çocuk dışarıda uyum sağlayamaz. Bu durum onun evde de sinirli tavırlar sergilemesine yol açar.
49.  Tek çocuğun bakımı ve eğitimi çok çocuktan daha zordur.
50.  Yemek konusunda onu serbest bırakın. Yemek saatinde çağırın, zorlamayın, lakayt kalın o kendisi açlığın zevkini duyunca gelir. Sofra kalktıktan sonra vermeyin. Bir daha ki sofrayı beklemesini söyleyin. O artık yemek saatini kaçırmamayı öğrenir. Nelere mâl olduğunu anlar.
51.  İkinci çocukla birinci çocuk arasında yaş farkı fazla olursa kabullenmeleri zor olur. Yaş farkı fazla olduğu zaman kıskanma daha fazla olur. Yaş farkı az olduğunda ise kardeşlikle beraber arkadaşlıkta inkişaf eder.
52.  Çocuklar herhangi bir edenle öcü veya daha başka uydurma canavar hikayeleriyle korkutulmamalı.Bu durum onun kişiliğine tesir eder ve korku hissinin inkişaf etmesine yol açar.
53.  Müspet akraba ve dostlara yapılan ziyaretler çocukların sosyal hayata çabuk uyumunu sağlar. Aile içi kopukluklar ve tek başına kalarak toplum içine karışamayan çocuklarda çekingenlik, arkadaşlarına ayak uyduramama gibi pek probleme yol açar.
54.  Çocuklar genellikle 3-4 yaşlarına kadar canlı cansız varlıkları pek ayıramazlar.
55.  Çocuğu diğer çocuklarla kıyaslamak onun üzerinde önemli bozukluklara yol açar. Onu diğerlerinden üstün görmek ve bunu ona sık sık dile getirmek çocukta kendini beğenme, sürekli övülmeyi isteme gibi duyguları inkişaf ettirir.Bunun tam aksi olarak çocuğu diğer çocuklara göre aşağılama ve sürekli olarak yargılama çocukta aşağılık kompleksine sebebiyet verebilir. 
56.  Sürekli aptallığı ve çirkinliği yüzüne vurulan, başkalarının yanında küçük düşürülen çocuklarda kendisini aşağı ve işe yaramaz hisseder. Kendi başına bir iş yapamaz, giriştiği takdirde yapamamaktan korkar. Daima güçlüleri arar. O zaman çocuk köle ruhlu, şahsiyetsiz, aldatılmaya, istismara müsait olduğundan, ahlaksızlığa ve zararlı alışkanlıklara kolayca intibak eder.
57.  Korkutarak veya tehdit edilerek büyütülen çocuklar evhamlı ve korkak olurlar.
58.  Cevap verme ve kendisini savunma hakkı elinden alınan ve bu hakkın suç olduğu telkin edilen çocuklar, korkak, şüpheci ve sabit fikirli olurlar. Büyüdükleri zaman da, katı, müsamahasız olur ve peşin hükümlerle hareket ederler. Kendi değer yargılarına ve peşin hükümlerine uymayan görüşleri bir çırpıda reddederler. Karşı görüşte olanları hazmedemez, sert ve kırıcı olurlar.
59.  Çocuklar ilk korkuyu yürümeye başladığı zaman tadarlar. Çocuk ilk düştüğünde anne telaşa kapılarak bağırır, çocukta bundan ürküp ağlamaya başlar. Bu gibi durumlarda serinkanlı olmak gerekir.Çünkü çocuk canı acıdığından değil daha çok annesinin tepkisinden korktuğu için ağlar.
60.  Çocukları tekerlekli yürüme çağlarında araçlara koymak, sağlam bir adamı değnekle yürümeye zorlamak kadar manasızdır. Çocuklar kendi hallerine bırakılmalı ki fıtratlarının gereğini yapabilsinler.
61.  Aşırı müdahale yanlış olduğu gibi aşırı koruyuculukta yanlıştır.
62.  Pahalı oyuncaklar çocuğu mekanik zekalı ve hayalperest yapar.Bir tencere kapağı ile oynamak ona daha zevkli gelebilir.. Oyun Zaman öldürme değil çocuğun tekâmülüdür. Basit ve sade şeylerle kendisinin  oyun kurması gelişimi için çok daha faydalıdır.
63.  Çocuğu korkutucu, sindirici ve tehdit edici hiçbir  eğitim vasıtasını kullanmayınız.
64.  Allah küfredeni yakacak demektense, Allah küfretmeyeni cennetine koyacak deyiniz.
65.  Çocuğun istenmeyen bir şeyi yapmaması için onu -Allah seni cezalandırır, cehenneme atar, yakar- gibi tehdit sözleri çocuğun zihninde affetmeyen sürekli cezalandıran –haşa- sevimsiz bir Allah mefhumu yerleşir.
66.  Dini bilgiler yüklenmiş fakat kendini beğenmiş kişi ne kadar sevimsizse, okumamışın kaba cahili de o derece sevimsizdir.
67.  Çocuk gayret gösterdiği halde, oyuna dalıp elbisesini kirletirse üzerine fazla durmayınız yoksa çocuğun güvenini kaybedersiniz.
68.  Başkalarının yanında küçük düşürmeyiniz. Aradaki muhabbet bağı gider. Daha çocuğun  kaybedecek bir şeyi olmadığı için ölçüsüz  ve saldırgan olur.
69.  Çocuklara böyle yaparsan öldürürüm gebertirim demeyiniz, o suçu yapınca öldürmeyip de kızdığınızı görecek bu sefer size karşı daha da güvensiz olacaktır.
70.  Çocuğun hareketleri sürekli olarak “millet ne der?” diye şekillendirilmemelidir. Sürekli başkalarının ne diyeceğini düşünmek zorunda bırakılan çocuklar kendi istedikleri gibi davranamaz ve başkaları için yaşayan gösteriş budalaları haline gelirler.
71.  Çocuklara korku ve vahşet filmleri izlettirilmemelidir.İzlediği filmlerdeki kahramanlara özenen çocuk etrafında ki kişi ve hayvanlara karşı saldırgan tavırlar sergilemeye başlar.
72.  Baskı gören, ihmal edilen anormal çocuklar, merhametsizliğe karşı kuvvetli bir iltifat gösterirler. Oyuncaklarını parçalar, komşusunun camını kırar, arkadaşlarının eşyasına zarar verirler.
73.  Terbiye konusunda ne fazla gevşek nede aşırı baskıcı olmalıdır.
74.  Zorla kazanılmış alışkanlıklar uzun ömürlü değildir.
75.  Korku ve baskı sonucu itaate mecbur edilen bir çocuk,büyüyüp kendi geçimini temin edecek ekonomik bağımsızlığa ulaşınca, anne ve babayı unutur. Bu neticeyi gören anne baba, çocuğum hayırsız çıktı diye dert yanar. Halbuki onlar çocuğu hür bir şekilde değil köle olarak yetiştirmişlerdir. Oda hürriyetine ulaşınca efendilerini unutur.
76.  Çocukta şiddetli sese, ışığa tepkide bulunan sinir sistemi hakimdir.
77.  Çocuk doğduğundan 1-3 hafta arası rast gele gülümser. 3 haftadan itibarense insan yüzüne gülümsemeye başlar.
78.  6 aylık oluncaya kadar herkesin kucağına gider. 6 aydan sonra ev efradını yabancılardan ayırt eder onların kucağına gider.
79.  Seçici korku ve öfke belirtileride 6. aydan sonra başlar.İhtiyaç halinde annesini yanında görürse sevinir. Böylece güven duygusu dediğimiz o çok önemli ruhi dengeyi kazanır. İlk 18 ayını mutlu bir aile ve sıcak anne kucağında geçirmemiş olan bebeklerde güven duygusu yerleşmiyor.
80.  Kur-an’ı duyan, namazı anne babasından gören çocuğun bunlar ruhuna nakşolur. Onu başka yerde duysa ve görse ona karşı sempatisi, alakası olur.
81.  6. aydan itibaren çocuğun  tanıdıklarına gülümsemesi, yabancılardan kaçması, annesini görünce sevinmesi, istek ve ihtiyaçları yerine getirilmeyince öfkelenmesi gibi davranışların refleksle veya içgüdü ile alakası yoktur. Bu eğitimin ta 6. aydan itibaren başladığını gösteriyor.
82.  Çocukları hastalık sırasında şımartmak yanlıştır.Bu sefer iyi olunca aynı ilgiyi, oyuncak vs. halleri görmeyince çocuk hasta olmayı arzular ta ki istekleri yerine gelsin.
83.  Çocuklar 3 yaşına kadar her şeyi canlı kabul ederler.
84.  Çocukları uyarırken sakın tehdit etmeyin. Eğer şöyle yapmazsan hastalanırsın. Eğer böyle yapmazsan ölürsün,eğer sözümü dinlemezsen Allah sana ceza verir gibi tehditler çocuğu korkak yapar. Keza düşüp bir yerini yaraladığında veya bulaşıcı bir hastalığa yakalandığında suçluluk duygusuna kapılır. Ben söz dinlemeyen kötü bir çocuk olduğum için; Allah beni cezalandırdı diye düşünür. Hele bazı anneler vardır ki, bu menfi duyguyu aşılamaya çalışırlar. Bak işte, sonunda cezanı buldun. Beni dinlemediğin için Allah cezanı verdi derler.
85.  Çocuk 5 yaşına kadar ben merkezcidir. Herkesin ona hizmet etmek ve isteklerini yerine getirmek zorunda olduğunu zanneder.
86.  Çocuklar kincidir. Bunun sebebi ise ben merkezci olmalarıdır. Sevmeyi paylaşmayı öğrendiği zaman bu menfi his zayıflar. Nefreti sevgi, hasedi yardımlaşma, bayağılığı fazilet, köleliği hürriyet, serkeşliği ise itaat dize getirebilir. Dikkat ederseniz çocuğun evetten önce hayır sözünü telaffuz ettiğini göreceksiniz. O evet demeyi sizden öğrenecektir.
87.  Çocukları en çok kızdıran şey, kuru ve hükmedici nasihatlerdir.
88.  Yalan söylediğiniz,  insanları çekiştirdiğiniz, manevi değerlere kayıtsız kaldığınız takdirde, çocuğunuza dürüstlükten dem vurarak uzun uzun nasihat etmeniz fayda sağlamaz.
89.  Yaşadığımız asır içinde insanların problemleri çak fazladır. Bunun temel nedeni insanların kendilerini tanımamalarıdır.
90.  Bu asırda insanlar hem her şeye sahip olmak istiyorlar; hem de her şeyi başkalarından bekliyorlar.
91.  Herkes umduğunu elde etmek için bir başkasının tahakkümü altına giriyor. İnsanlar, böylesi menfaat kölesi olunca; diktatörlerin, zalimlerin alkışladığı hasta toplumlar türemiştir.
92.  Bu asrın en büyük hastalığı: insanların kalabalığa uymak ve kalabalığın içinde erime diyebileceğimiz efkar-ı umumiye hastalığıdır. Kişinin topluma kendini teslim etmesi.
93.  Çocuğunuzu eğitirken onu seviniz ki sevmeyi öğrensin. Gerektiği yerde yükünü paylaşın ve yardım edin ki, o da başkalarına yardım etmeyi öğrensin. Hayat bir mücadeledir prensibinden uzak tutun. Hayatın yardımlaşma olduğunu öğretin. Mücadelenin olduğu yerde sevgi, şefkat ve yardımlaşmaya yer yoktur. Ruhu tatmin eden sevgi, muhabbet, yardımlaşma ve kendinden zayıfları koruma gibi yüce duygulardır. Bu duyguların yerleşmesinden fazilet doğar.
94.  Sende gözüken şahsiyet acaba senin şahsiyetin mi ? Cemiyetin mi ? Yoksa TV’dekilerin şahsiyetleri mi ?
95.  İnsanı anlamayan çocuğu hiç anlayamaz.
96.  Kaynağını dinden almayan, ona ileride mükafat vaat etmeyen, ahlak kuralları çocuk ruhuna uygun değildir.
97.  Bugün okumuş insanlar arasında suç işleyenlerin sayısı artıyorsa; bunun sebebini okullarda aramalıyız.
98.  İkinci çocuk dünyaya gelecekse, ondan bahsedin ki çocuk doğacak kardeşine alışsın.
99.  Şımartılan çocukların kardeş kıskançlığı ise saldırganlık şeklinde tezahür eder.

Mükemmel Çocuk Yetiştirmenin Üç Altın Kuralı

Mükemmel Çocuk Yetiştirmenin Üç Altın Kuralı

BAŞLIK DİKKATİNİZİ ÇEKTİ ve yazıyı okumaya başladınız değil mi? İstediğim de buydu zaten. Yoksa ne mükemmel çocuk yetiştirmenin sadece birkaç kuralı vardır ve hatta ne de mükemmel çocuğun tarifi. Ama maalesef orada burada buna benzer başlıklarla yazılmış “mucizevi” reçeteler okuruz sık sık.
Sağlam bir dünya görüşü olmayan Batı medeniyetinin zavallı pedagog ve psikologları dipsiz kuyuya ipsiz inerek ortalama on yılda bir değişen fikirlerle ana-babalara yeni yeni reçeteler sunarlar. Hepsini de “Doğrusu budur, böyle davranın, çocuğunuz mükemmel yetişsin” diye pazarlarlar hep.
Freud’dan hayli etkilenen 68 kuşağının eğitimcileri “Çocuğu serbest bırakın, her istediğini yapsın, hevesi kalmasın, hiç azarlamayın, sadece sevgi verin” diye diye günümüzün serseri ruhlu, sabırsız, sorumsuz ve ahlaksız neslini yetiştirdiler elbirliği ile. Şimdilerde ise daha farklı sesler yükseliyor o taraflardan: “Çocuğa beklentilerinizi ve görevlerini söyleyin, hata yaparsa ceza verin, hatta hafifçe dövebilirsiniz bile.”
Biz Müslümanlar ise Kur’an ve hadisler ışığında nasıl çocuk yetiştirmek gerektiğini aslında biliyor olmamız gerekirken, maalesef bu kaynaklara da yüz çevirdiğimiz için “iki cami arasında bînamaz” kalmış durumdayız uzun zamandır. Ve en dindar ailelerden bile “Çocuğumuza nasıl davranalım?” soruları yükseliyor.
Ben de üç çocuk babası olduğumdan, son zamanlarda çocuk eğitimine dair ipuçları toplamakla meşgulüm. İşte bu yazıda çocuk yetiştirmekte dikkat etmemiz gereken bazı temel prensipleri aktarmaya çalışacağım.
Kendini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez
Önce kendinizi düzeltin. Kendini ıslah etmeyen başkasını hiç ıslah edemez tabii ki. İfsat eder hatta iyilik zannıyla.
Bir aile tanıyorum. Çocukları pırıl pırıl, ahlâklı gençler olarak yetiştiler. Özel bir çocuk yetiştirme eğitimi almadıklarını biliyorum.
Evlerine misafir olduğum bir gün “Nasıl böyle mükemmel çocuklar yetiştirdiniz” diyecek oldum. Ama demedim. Zira o kadar açıktı ki her şey.
Baba samimi ve tutarlı bir dindar, anne şefkatli ve temiz huylu bir fedakar. Evleri sade döşenmiş bir “dershane” gibi. TV genellikle kapalı. Sohbetler Allah için. Yalan yok, dedikodu yok. Nasıl çocuklar çıkabilirdi ki böyle bir evden zaten?
“Armut dibine düşer”, “üzüm üzüme baka baka kararır”, “anasına bak kızını al” sözleri boşuna söylenmemiş tabii ki.
Bir psikiyatrist olduğumdan, bana sık sık çocuklarını getirir aileler. “Bu çocuk bir garip davranıyor nedense? Bir tedavi etseniz.” Hiç istisnası yok gibidir; “odama çocuk girer ve çıkar ama aile girer ve kalır.” Hemen daima ailededir esas problem. Anne-babanın bir yığın hataları, kompleksleri, hatta psikiyatrik rahatsızlıkları vardır. Ama onlar bunları görmez, çocuktaki problemleri öne sürerler. Sanki o çocuk o evde yetişmemiştir de, uzaydan gelmiştir. “O kadar da gayret ettik ki, neden böyle oldu bu çocuk bilmem?” havası vardır genellikle. Ama biz aileyi terapiye alırız. Çocuk da toparlar ardından doğal olarak.
O yüzden “önce kendimize bakalım” diyorum.
Temel güvenli olmalı
Bir evin en önemli kısmı temeli olduğu gibi, bir çocuğun ruhsal gelişiminde en önemli dönem de ilk yıllardır. Çocuğun zekasının % 80’ i ilk 7-8 yılda geliştiği gibi, kişilik de büyük ölçüde bu dönemde oturur. Hele ilk 2 yıl çok önemlidir ve “temel güven duygusu”nun oluştuğu dönemdir.
Bu dönemde çocuğun en önemli ihtiyacı sürekli ve tutarlı bir sevgidir. En yıpratıcı şey ise “anne figürü”nün sürekli değişmesidir. Çocuğunuz isterse bir bakıcı tarafından büyütülsün, yeter ki süreklilik olsun. Sürekli değişen kişilerce bakılan bebeklerde ileri yıllarda çevreye güvensizlik, içe kapanma gibi özellikler gelişebilir. Sebebini anlayamadığımız bağımlılık, hırçınlık, şüphecilik gibi karakter özelliklerinin temeli o ilk yıllardaki “hatırlayamadığımız hatıralar”dır genellikle.
Nitekim Filipinlerde yapılan bir saha araştırması, ilk yaşlarında mutlak ilgi ve sevgi ile yetişen çocukların ileride çok daha huzurlu insanlar olduklarını göstermiştir.
Çocuğunuzun bilinçli olmadığı o ilk yıllar aslında bilinçaltı’nın şekillendiği en önemli yıllardır, unutmayın.
Cennetteki gazoz nehirleri
Çocuğa hayatın, ölümün, varlığın anlamına dair temel bilgileri verin.
Çocuğunuz 3-5 yaşından itibaren çevresinin ve dünyanın farkına vardığında ve “neden, nasıl” soruları başladığında sizden her konuda, özellikle de varlığın ve ölümün anlamına dair açıklamalar isteyecektir. “Anne sen de ölecek misin? Ölünce ne olur? Baba, Allah nerdedir?” gibi sorular peş peşe gelir bu dönemden itibaren. Siz de cevap verin tüm sorularına, onun anlayacağı dilde. Unutmayın, öğrenmeye hazır olmasalar sormazlar zaten. “Bu yaşta Allah’ı, ölümü, ahireti anlatmak erken” deyip kaçamak cevap veren ailelerin çocuklarında çok çeşitli ve sebepsiz korkular görülebilir. Cevabı alınamamış her soru o minik beyinlerde kıvrım kıvrım şüphe ve problemler doğurabilir.
Hiç unutmam, küçüklüğümde anneme sormuştum:
- “Anne biz ölünce ne olacağız?”
- “Cennete gideceğiz yavrum.”
- “Tamam da, ondan sonra ne olacak? Yani Cennette ne kadar yaşayacağız?”
Annem “bu çocuk bu yaşta sonsuzluktan anlamaz her halde; uzun bir zaman söyleyeyim de rahat etsin” diye düşünmüş olsa gerek ki,
- “1000 yıl yaşayacağız yavrum” demişti.
O kadar üzülmüştüm ki.
“İster 10 yıl, ister 1000 yıl, sonuçta yok olacaksak ne anlamı var? Ben sonsuzluk istiyorum, yok olmak istemiyorum” demişti o küçücük zihnim bile. Siz anlatın çocuklarınıza bildiklerinizi. Allah’ı, Kur’an’ı, ahireti. Özellikle de melekleri unutmayın. Kendilerini koruyan, kollayan, her yerde bulunan görünmez varlıklara inanmak, “öcülerden”, çizgi filmlerdeki hayali canavarlardan korkan ruhlarına ilaç gibi gelecektir.
Peygamberimizin ve İslam büyüklerinin hayatını anlatmak da çok önemlidir. Zira büyüyen bir fidan gibi olan çocuk ruhu kendisine örnek alacağı mükemmel kişiler arar. Siz o zatları çocuğunuzun hayallerine ideal olarak kazımazsanız, çocuğunuz “Pokemon eğiticisi” veya “Zeyna” gibi olmayı kendine ideal seçebilir.
Ancak dini eğitim verirken abartılı bir zorlamaya kaçmamak da şarttır.
Çocuğa onun hoşuna gidecek örneklerle bezeli biçim
*****
Babam beni anlar mı?
Çocuğun seviyesine inin. Unutmayın ki, o erişkin olmadı ama siz çocuk oldunuz. Onun yaşlarında neler yaşadığınızı, hissettiğinizi hatırlayıp ona daha iyi yaklaşabilirsiniz. Yoksa çocuğunuz sizi “anlamadığı bir dilden konuşan yabancı bir rehber” gibi görebilir.
Bunun en sık rastladığım bir örneği, his ve fikirlerini paylaşmayan çocuklardır. Çocuk bir yığın sorun yaşamakta, içini şüphe ve korkular kemirmektedir ama ailesine hiçbir şey anlatmamaktadır. Çünkü anne-babanın tüm yaptığı, “evladım, bir derdin varsa anlat” demekten ibarettir. Oysa çocuk “Onlar büyük ve olgun. Benim korkularımı anlamazlar her halde.” diye düşünebilir ve hislerini paylaşmaz.
Okula gitmek istemeyen bir çocuk getirilmişti bana. Ailesine hiçbir sebep söylemiyordu. Ben çocuğa önce, onun yaşında iken okulla ilgili yaşadığım kendi tedirginliklerimi anlattım. Karanlık okul yolu, çocuk kaçıran çingene söylentileri vs. derken çocuk, “saçmalama amca, ben onlardan korkmuyorum, sadece bir arkadaşım beni dövüyor” deyiverdi. Sebep anlaşılmıştı.
Siz de zaman zaman kendinizi onun yerine koyun, kendi çocukluğunuzu da hatırlayıp neler hissettiğini tahmin etmeye çalışın ve mümkün mertebe onun dilinden konuşarak duygularını paylaşın. Siz bir adım atarsanız o koşarak gelecektir.
Siz onu anlamaya çalışmazsanız o sizi nasıl anlasın?
“Dar daire”ye vakit ayırın.
“Yata yata büyüyen” karpuz bile bakım ister.
Sizin vasıtanızla dünyaya getirilmiş ve her şeyi öğrenmeye muhtaç, nazik, hassas o masum yavruların günde 1-2 saat ilginize hakkı yok mudur? “Meyvenin 4. meselesi”nde geçen “dar daire”lerin en ehemmiyetli olanlarından biri aile değil midir? Falan futbolcunun ayakkabı numarasını bilip kendi çocuğununkini bilmemek, Başbakan’ın konuşmalarında hastalık işaretleri ararken kendi çocuğunun sözlerini yarım kulakla dinlemek komik kaçmıyor mu? Hatta sevgili Metin Karabaşoğlu’nun bir yazısında dediği gibi, soru soran çocuğuna “lütfen beni rahatsız etme, kitap yazıyorum” demek bile (işin içinde hizmet olsa dahi) hata değil midir?
Mumlardan örnek vermeyin lütfen, güneş dibine de ışık veriyor.
Şefkat damarını yanlış yerde kullanmayın.
Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. “Aman çocuk zahmete girmesin, aman üzülmesin, ağlamasın” diye diye onu davranışlarında tümden serbest bırakmak, ona iyilik değil kötülük etmektir.
Meselâ okul çağına gelen çocuğa namaz kılmayı öğretmek, 10 yaşında ise namaz kılmazsa cezalandırmak dinimizde var. Kaçımız yapıyoruz acaba, merak ediyorum.
“Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun” mealindeki ayet nazil olduğunda sahabeler Resulullah’a asm sormuşlar:
“Ya Resulullah, biz Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından sakınarak kendimizi ateşten koruyabiliriz. Ama aile ve çocuklarımızı nasıl koruruz?”
“Allah’ın size emrettiklerini siz de onlara emredin, Allah’ın size yasakladıklarını siz de onlara yasaklayın” buyurmuşlar.
Özellikle bazı hanımların, kendileri örtülü oldukları halde kızlarını süslü ve açık kıyafetlerle büyüttüklerini, kendileri umumi yerlerde denize girmedikleri halde çocuklarını “daha küçük o” diye plajlara saldıklarını çok görüyoruz. Küçüklüğünde tesettür ve iffet konusunda sağlam temel kuramamış bu çocukların ileride nasıl bir çizgide yaşayacakları muhakkak ki şüphelidir.
Böyle davranan ailelerin bazıları da “biz de küçükken böyleydik, sonra toparlandık” derler. Ne kadar toparlanmışlardır acaba? Ya da daha sağlam bir terbiye almış olsalardı kim bilir nasıl olabilirlerdi?
Unutmayın ki eğitimin temel prensibi doğruları yapmaktır, tüm yanlışları denemek değil.
Bir çok aileden de ahlakı bozucu yayın yapan tv’leri kendileri seyretmemekle beraber çocuklarına yasaklayamadıkları şikayeti duyarım. Sebep çocuğun sevdiği dizi için ağlayıp sızlanmasıdır çoklukla. “Ben Ruhsar’ı çok seviyorum.”
Bakın; çocuk ağlar, sızlar her zaman. Sizi test eder hep. Geri adım attınız mı da, o konu “kazanılmış hak” olur artık. Oysa çocukların ruhsal yapıları psikoloji tabiriyle “plastiktir”. Siz sağlam durursanız çocuk kendini size uydurur, merak etmeyin. Kaldı ki bugün birkaç saat ağlamasın derken, ileride hem onun hem kendinizin pişmanlıkla yıllarca ağlamasına zemin hazırlamış olursunuz.
Eşinizle tutarlı olun.
En kötü ruhsal hastalık olan şizofreninin oluşma sebeplerinden biri de anne-babanın çocuğa verdiği mesajlar arasında tutarsızlık olmasıdır. Aynı konuda biri bir şey söyler, diğeri başka şey. Aynı olayda biri bir türlü davranır, diğeri başka türlü. Sonuç: Zihin bölünmesidir. O yüzden eşler önce kendi aralarında konuşup belli prensiplerde anlaşmalıdırlar. Çocuk hangi durumda nasıl bir tavırla karşılaşacağını bilmelidir.
Buradan da hissedilir ki, aslında iyi çocuk yetiştirmek için önce uyumlu bir evlilik yapmak lazımdır.
Vazifenizi yapın, Allah’ın vazifesine karışmayın.
Malesef çoğumuz çocuklarımıza verdiğimiz emeğin karşılığını nerdeyse zorla alma hevesindeyiz. “İlla ki şöyle olmalısın.” Aslında unutmamak lazım ki, o çocuk bizim malımız değildir. Biz sadece ona hizmetle görevlendirilmişiz.
Eğer üstümüze düşeni layıkıyla yapmışsak ötesi Allah’ın takdiridir. Aksi halde aşırı zorlamalar ters tepebilir ve çocuğun iyice zıt bir çizgiye girmesine yol açabilir. Biz de gereksiz derecede strese girip iyice yanlış davranmaya başlarız. “Ben sana bildiğimce doğruları gösterdim, artık seçim senin” demek lazımdır, hele ergenlik çağında.
Zaten bizim tüm bu önerdiklerimiz sadece sebeplerdir. Biz Allah rızası ve çocuğumuzun iyiliği için bu sebeplere elimizden geldiğince müracaat ederiz ama sonucuna karışmayız. Zira Allah isterse Peygamber çocuğu hayırsız olabileceği gibi, öksüz-yetim kalmış, hatta Firavun’un sarayında büyümüş çocuklar da en büyük Peygamberler olabilir.
O yüzden son olarak diyorum ki:
Çocuklarınız için dua edin.…

23 Ağustos 2012 Perşembe

Sultanlara Diz Çöktüren Huzur Dersleri

Öyle bir ders düşünün ki karşınızda padişah otursun, çevrenizde devlet erkânı olsun ve bu derste devlet işleri değil de ayetler, hadisler konuşulsun. Bu tablo için uzağa gitmeye gerek yok. Osmanlı’da birsaray geleneği haline gelen ‘huzur dersleri’ne iştirak etmek yeterli.

[IMG]

Ayların sultanı Ramazan’ın gelmesi Osmanlı toplumunda sadece evlerde değil sarayda da farklı bir rüzgâr estirir. Her zaman yalnız yemek yiyen padişah, Ramazan ayında üst düzey rütbeliler ve ulema kesiminden gruplarla birlikte iftar yapar. Onlarla aynı sofraya oturur. Hatta Ramazan gelince padişah halkın yediklerinden daha lüks yiyecekler yemez. Oruç, hurma ya da zeytin ile açılır. Ardından iftariyelik denilen soğuk yiyecekler (peynir, sucuk, reçel) atıştırılır, çorba, pilav ve etli yemekten sonra güllaç ya da baklavayla ağızlar tatlandırılır. Saray sofralarını her gün süsleyen renkli ve desenli porselenlerin yerini daha basit tabağa, çanağa bırakması bile Ramazan’ın sarayı farklı bir atmosfere bürüdüğünü gösteriyor. Sadece yeme-içme alışkanlıklarındaki değişiklikler değil, padişahların ilim meclislerindeki hali de bu düşünceyi destekliyor. Zira padişahlar, âlimler tarafından yapılan ‘Huzûr-u Hümayun Dersleri’ni tahtında dinlemiyor. Oradan inip diğer dinleyecilerin arasına karışıyor, edeple ellerini dizlerinin üzerine koyarak ulemanın Hakk’a hakikate dair sohbetlerine iştirak ediyor.

Osmanlı sultanları Ramazan ayını ilim dünyasıyla bir araya gelmek için fırsat görüyor adeta. Nitekim padişah her ramazan bir yer tayin edip ulemadan bir heyet oluşturuyor. Bir araya gelinen ilim meclislerinde ayetler tefsir ediliyor, âlimler fikirlerini beyan ediyor, çeşitli müzakereler yapılıyor. Bu derslerin bir sistematiği bulunuyor. ‘Mukarrir’ adı verilen alim dersi anlatırken ‘muhatap’ denilen alimler bir yandan dersi dinliyor diğer yandan sorular sorarak konuyu mütalaa ediyor. Derse katılacak olanlar Ramazan öncesinde belirleniyor. Her ders için ayrı bir heyet oluşturuluyor. Heyetin seçimini ise şeyhülislâmlar yapıyor. Âlimler rastgele seçilmiyor tabii. Zira sultanlar tarafından gönderilen emir ve tezkiyelere göre hareket edildiğinden seçilecek kimselerde liyakat, ilmî mertebe ve şahsî özellikler dikkate alınıyor. Belirlenen isimler padişahın onayından geçtikten sonra dersler başlıyor.

Huzur derslerinin yapılacağı mekânı padişah belirliyor. Dersler uzun bir süre, Topkapı Sarayı’nda (Sepetçiler Kasrı, Sofa Köşkü, Revan Köşkü, İncili Köşk, Yalı Kasrı veya Sünnet Odası gibi bölümlerde); Abdülaziz, Mehmed Reşad ve Halife Abdülmecid dönemlerinde Dolmabahçe Sarayı’nda, Sultan 2. Abdülhamid döneminde ise Yıldız Sarayı’nda düzenleniyor. Bazen öğle–ikindi bazen de ikindi–akşam arasında düzenlenen dersler genellikle iki saat sürüyor. Ramazan’ın ilk on gününde tertiplenen derslere yalnızca cuma günleri ara veriliyor. Dersler bir usul erkân çerçevesinde işleniyor. İlim meclisine gelen rastgele içeri girip seçtiği bir yere oturmuyor. Seçilen heyet, önde mukarrir, arkada kıdem sırası ile muhataplar olmak üzere huzura giriyor. Heyet, padişah ve maiyetince ayakta karşılanıyor. Şüphesiz bu davranış, ilmîye sınıfı mensuplarının, Osmanlı’da, başka hiçbir ülkede görülemeyecek bir saygı ve itibara sahip olduğunu gösteriyor. Sultanlar alimleri ayakta karşılamakla kalmıyor, ders esnasında tahtlarında oturmayıp diğer dinleyiciler gibi diz çöküp iki elini dizleri üstüne koyarak sohbeti dinliyor.

Huzur dersleri, tefsir edilecek âyetin mukarrir tarafından okunması ile başlıyor. Okunan âyetler mukarrir tarafından tefsir edildikten sonra muhataplar konuyla ilgili fikirlerini ifade ediyor. Sultanın huzurunda gereksiz tartışmalardan kaçınılıyor ancak padişahlar alimlere fikirlerini rahatça anlatmalarını tembihliyor. Örneğin 3. Selim (1789–1807) derslere iştirak eden hocalara fikirlerini ortaya koymaktan kaçınmamaları gerektiğini bizzat beyan ediyor. Cereyan eden ilmî müzakerelerden sonra sultan, ‘kâfi’ anlamında bir işaret veriyor ve ders mukarririn duasıyla sona eriyor.

Hemra KÖSE Yeni Bahar Dergisi Sayı 68

Lale devri’nde de huzur dersleri sürüyor

Huzur derslerine örnek olabilecek ilk sistemli uygulama 3. Ahmed döneminde, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından (1724) yapılıyor. İbrahim Paşa, devrin tanınmış âlimlerini Ramazan’da kendi sarayında toplayarak onlara Kur’ân’dan bazı âyetlerin müzakereli tefsirini yaptırıyor. 1728 Ramazan’ında düzenlenen derslerden birine Sultan 3. Ahmet ile birlikte Şehzade 3. Mustafa da katılıyor. İbrahim Paşa tarafından düzenlenen bu derslerin Lâle Devri’ne rast gelmesi de çok anlamlı. Zira tarih kaynaklarında Lâle Devri eğlence anlayışıyla ön plana çıkıyor, padişah ve devlet adamlarının mânevî dinamizmini kaybettiği anlatılıyor. Ancak huzur dersleri, Sultan 3. Mustafa döneminin (1757–1774) ikinci Ramazan’ından (28 Nisan 1759) itibaren devletin resmî programına dâhil ediliyor ve kendisinden sonraki sultanlar tarafından da devam ettiriliyor.

Sultan 3. Mustafa, zühd ve takvasıyla tanınan bir sultan olması dolayısıyla dinî esaslara uygun düşmeyen bir karar verdiğini anladığında bundan hemen geri dönüyor ve işin doğrusunu hayata geçirmek için çaba sarf ediyor. Sultanın sır kâtibi tarafından tutulan zabıtlardan, onun vakit namazını cemaatle kılmaya gayret ettiği ve sabah namazını müteakiben sarayda verilen tefsir derslerine katıldığı anlaşılıyor. Sultan 3. Mustafa döneminde 1759 Ramazan’ında icra edilen ilk huzur dersinde; Fetva Emini Ebu Bekir Efendi mukarrir; Nebil Muhammed Efendi, Saray Hocası Hamidî Muhammed Efendi, Şeyhülislâm Müfettişi İdris Efendi, Müzellef Muhammed Efendi ve Konevî İsmail Efendi ise muhatap olarak yer alıyor. Sultan 4. Mehmed’in akşam ve yatsı namazları arasında Şeyhülislâm Yahya Efendi ve hocası Vanî Mehmet Efendi’den ders dinlediği de kaynaklarda yer alıyor. Huzur dersleri genellikle Kadı Beyzavî ( ö.1285) tarafından yazılan Envârü’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vil adlı tefsir kitabından yapılıyor. Özlü bir tefsir olan Envâru’t-Tenzil’in Osmanlı medreselerinde yıllarca ders kitabı olarak okutulması da bu eserin değerini ortaya koyuyor.

Bir sûrenin tefsiri yıllar sürüyor

3. Mustafa döneminde icra edilen ilk huzur dersinde Nisa Sûresi’nin “Ey iman edenler! Hakk’tan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, ana ve babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. (...) İyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” mealindeki 135. ayetinin tefsiri yapılıyor. Huzur derslerinde, 1784 yılına kadar Kur’ân-ı Kerîm’den belirli bir sıra gözetilmiyor. Fakat 1785 Ramazan’ından itibaren Fatiha Sûresi’nden başlamak suretiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki sıra takip ediliyor. Âyetlerin tefsiri son derece geniş yapılıyor. Meselâ; 111 âyetten oluşan İsrâ Sûresi’nin tefsiri 1755 Ramazan’ında başlayıp 1778 Ramazan’ına kadar sürüyor. 29 ayetten oluşan Fetih Sûresi’nin tefsiri ise 1779–1784 yılları arasında ancak tamamlanabiliyor. Fatiha Sûresi’nin tefsiri 1785 ve 1786 Ramazan’ında bitiriliyor. 1787 Ramazan’ında Bakara Sûresi’nin tefsirine başlansa da 1791 yılına kadar ancak sûre otuzuncu âyete kadar müzakere ediliyor. 1923 Ramazan’ına kadarsa 14. cüzde yer alan Nahl Sûresi’nin 31. âyet-i kerîmesine kadar geliniyor ve bu âyetin tefsiri ile dersler sona eriyor.

Huzur dersleri resmî bir statü ile 1759’dan 1924 yılında hilâfetin kaldırılmasına kadar tam 165 sene aralıksız devam ediyor. Son ders Halife Abdülmecid Efendi zamanında 1923 Ramazan’ında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenleniyor. Hilâfetin kaldırılması (3 Mart 1924) ile birlikte huzur dersleri de tarihe karışıyor. Bu dersler yapıldığı müddetçe sarayla sınırlı kalmayıp toplumun her kesimine yansıyor. Zira Osmanlı toplumunun ileri gelenleri, padişahların saraylarda düzenledikleri huzur derslerinden ilham alarak imkânları ölçüsünde bu tür dersler organize ediyor. Konaklarda, köşklerde, evlerde hattâ kahvehanelerde ilim meclisleri oluşturuluyor ve hocalar fıkıh dersleri veriyor.

Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Huzur Dersleri” maddesini kaleme alan Fatih Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Mehmet İpşirli’nin verdiği bilgiye göre günümüzde Fas Sultanı II. Hasan’ın huzurunda Ramazan aylarında usul ve muhteva bakımından Osmanlı huzur derslerine benzeyen dersler yapılıyor. Notları da ‘Ed-Dürûsü’l-Haseniyye’ adıyla Arapça ve İngilizce olarak neşrediliyor. Bu derslerde Türkiye dahil bütün İslâm ülkelerinden tanınmış din alimleri davet edilerek bilgi ve yorumlarından istifade ediliyor. Kültür tarihimizin zengin bir safhasını yansıtan bu uygulamaların bugün de şekil değiştirerek devam ettiğini anlatan İpşirli, konferans salonlarında düzenlenen bu tip müzakerelerin bir nevi huzur dersi olduğunu düşünüyor.

Osmanlı padişahları gerek ilmî ve dinî hayatı canlandırmak, gerekse devlet ve hânedanın dinî geleneğe bağlılığını teyit etmek düşüncesiyle ilim meclisleri oluşturuyor ve Ramazan ayı bu dersler sayesinde bereketleniyor. Peki, bu kutlu zamanı genişletme ve huzuru artırma adına biz Ramazan’da ders programımızı nasıl ayarladık?

leyll

Leyll

Ve şimdi yollarına hüzünleri serpiyorlar

Yüreğinde acıların zalimce serpişildiği gibi

Hangi aynalara dönmüşsen karşısında ben duruyorum

Tarifi mumkun olmayan hayatlar yaşıyorum ve bilemiyorum

Yokluğun kabus, gözlerin gazab, varlığın içimde azab oluyor

Sukut sukut ve bir daha sukut diye dönüyor dünya

Zamanın yoklukla kirlendiği günden belli başlıyor sancılar

Adına şimdi yargılar yağdırıp mahkumiyetine gülüyorlar

Leyll şimdi adını anmak dillerime haram sayıp yasak kılıyorlar

22 Ağustos 2012 Çarşamba

işte onlar işte biz

fatih sultan mehmet! sınıfta hiç akıllı durmaz,önünde oturan çocuklara kalem batırır,bağırır çağırır hocası akşemsettin bir şey dediği zaman “sen bana bişey diyemezsin ben padişahın oğluyum” diye tehdit ederdi.

akşemsettin artık bu durumdan rahatsız ama bir okadarda çaresizdi. padişahın karşısına bu konu hakkında gitmekten haya ediyordu.padişaha çocuğunu şikayet etmek düşüncesi ona çok ağır geliyordu. birgün artık herşeyi göze alıp padişahın huzuruna çıktı ve olanları ona sıkılarak anlattı. padişah durum karşısında bir müddet düşündü ve o müthiş planını akşemsettinin kulağına usulca açıkladı. aman yarabbi bu ne plandı,mümkün değildi bu planı uygulamak.akşemsettin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiysede padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi. ertesi gün yine ders ortamında ve yine fatih sultan mehmet yaramazlık yapıyordu. akşemsettinin uyarısına yine aynı tehdit cevabını verdiği sırada padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi.

bu olay karşısında akşemsettin hiddetlenerek padişaha bağırdı ve bir tokat atarak,
bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi.
padişah mahçup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.olaylar karşısında
fatih sultan mehmetin nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı.güvendiği babası tokat yemişti.fatih sultan mehmet allak bullak olmuştu.

az sonra kapı vuruldu ve padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi.
plan muhteşem işlemişti....

o günden sonra fatih sultan mehmet asla yaramazlık yapmadı.çünkü güvendiği dağlar kar almıştı artık...

işte akşemsettinin kulağına fısıldanan muhteşem plan,işte çocuk eğitimi.işte onlar, işte biz....

koskoca padişah sırf çocuğunu terbiyesi için gözünü kırpmadan tokat yemeği göze almıştı...