29 Eylül 2011 Perşembe

YALNIZLIK CİNAYETTİR


kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime
düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum
boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam
kanını sulandırılmamış alkole banan
sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir

yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde
bütün hecelerde, "a" sesinde, re minörde, mors alfabesinde
yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle
ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur

ıslak paspas kokusudur, gece morudur
bileği tahriş olmuş bir kadının dinmeyen korkusudur
ansızın yakalanmasıdır bir kuşun kapana
trenin gecikmesidir istasyona yalnızlık cinayettir

sevişirken kramp girmesidir, ölürken birdenbire
sıçramaktır başka bir zamana, kadeh tutarken
elinin titremesidir, sesinin duyulmasıdır susarken
karnına saplanan bıçağı sevmektir yalnızlık cinayettir

cinnettir

kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok iyi biliyorsun bunu
düşlerime kalabalık bir cadde giriyor. korkuyorum
saçlarını sırtından sallandıran kadınlar kadar
uzayıp gitmesi kadar bir aşkın telaşla
yanlışlıkla, su katılmamış bir sevişmenin ardından
ters yakılması kadar sigaranın, benim kadar
yani ellerim kadar, bedenim kadar, düşüncelerim
sırlarım, kaçışlarım kadar saçmadır yalnızlık cinayettir

cennettir

kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok görüyorsun bunu
bütün delillerimi yaktım, beni ötelere götürecek
yollardan zaten uzaktım
her kadına yeni, bir zevk, her kadına
yeni kurulmuş tuzaktım bütün delillerimi yaktım
sonrası yok. sonrası çok gizli bir fotoğrafın arabı
yüzümüz siyah ve anlamsız, dışımız beyaz ve derin
sanki bir diktatör anıtı, kan akıtan bir nehir
işlenmemiş suçlarımız sanki yalnızlık cinayettir

cennettir
cinnettir
cinayettir.
zaman doldu
artık gidiyorum arkama bile bakmadan
arkaya bakmak çok eski huyudur
bazı çirkin adamların
zaman doldu
artık gizlemiyorum kendimi çok kadınla seviştim çoğu buluttu
basbayağı buluttu bildiğimiz buluttu dağılıp gidiyordu ben ço-
ğalttıkça
bir akşam usulca girdim kanıma
kendim karar verdim hep kendim karar verdim
yanlış da olsa sevdim pişman değilim, neden olayım?
bir akşam; üç gün üç gece poker oynamıştım
ne güzel. üç gün üç gece yeterince
içmiştik demek ki onar şişe, belki on beş
yirmi belki de.
abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah
kaç kurşun sıktı üstüme
yeterince içmiştik. vuramadı
vurdu, ben anlamadım belki de
belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.


ALTAY ÖKTEM

Yanlış Anla Beni...

Keskin bıçak aşkının kestiği damarımdan
fışkıran ayrılığı intihar ediyorum...
Kırık şakaklarıma yapıştırdığın teselliyi dudağımda
uçuklattım...
Gidiyorsun yağmurun kızı çekmişsin pimini ayrılığa..
Gözlerinden ağrılar sızıyor çığlığını yüklerken gemilere..
Geldiğin her yere yabancısın içinde taşıyorsun katilini
Tokada doydu yüzünün sol yarısı..
Kalın bir kalem altını çiziyor şimdi
Kanat sürçüyorsun bir gidişe
Ardında gurbetleşen kavuşmalarımız
Yakıştırıyor her intiharı bana...
Benden çok sağanaksın
Parmaklarımın ucusun
Yaktım ve içtim
Dön ve gül...
Gül ki,
Gözlerim
Çiçeklensin...
Yalanlarla
Saklıyorum
Sevdamı...

Ne olur yanlış anla beni...

K.Tazeoğlu

Zor Geliyor

Terk edip gitmek kolay
Alışkanlık kalır sadece geriye
Ve bir tek o koyar

Zor geliyor
Bitirmek başlamaktan
Barışmak savaşmaktan

Zor geliyor
Kabullenmek aldanmaktan
Ağır geliyor

Terk edip gitmek kolay
Alışkanlık kalır sadece geriye
Ve bir tek o koyar

Yeniden sevmek kolay
Başından başlamak gerekir her şeye
Ve bir tek o yorar

Ne senle ne de sensiz

Zor geliyor
Sevişmek uyumaktan
Unutmak kin tutmaktan

Zor geliyor
Bildiklerim yalanlardan
Ağır geliyor

Terk edip gitmek kolay
Alışkanlık kalır sadece geriye
Ve bir tek o koyar

Yeniden sevmek kolay
Başından başlamak gerekir her şeye
Ve bir tek o yorar

Ne senle ne de sensiz

Olmuyor

Ayrılık Gelmeden Git Sen


kimsesiz bir gökyüzüne
lâl bir dilin tüm sesiyle haykırması kadar sağır,
karanlık sularda,bir âmânın gözlerini araması kadar kör;
yani anlamsızlığa yeni anlamlar yükler gibi
yalnızca yalnızlığa anlatıyorum kendimi…
çıkmaza düşmüş şiirlerin koynunda
bir uzun yol oluyor kalemden süzülen her harf
her hece aklımın kabristanlarında yankılanan
sahipsiz bir ölüm çığlığı,
masumiyeti sesimde eskiyen…
ve dudaklarımın ucunda bitmek bilmeyen acılı tiryakilikler
ve sonrasızlığın deminde keder dökülüyor kağıtlara
hâsılı aşk; ölü doğmuş bir çocuk şimdi
yüreğimin sevda çukurlarında…
hadi yâr kendini al gecelerimden
al ve git!
zaten bir uzak düştü benimki;
ertelenmiş zamanlarda resmedilirken mavinin imkansızlığı,
şiirler nice sevdaya küs bakış hüküm giymişken,
ezbersiz acılar eşliğinde gözlerinde tükenmek
ve ölebilmek kirpiklerinin iz düşümünde
hani meçhul bir izbede seninle el ele…!
oysa mutluluğu çoktan rehin bıraktım ben
bilmem hangi şehrin emanetçisinde
ve senden habersiz,
adından acılar türetiyorum şimdilerde…
dilimin ucuna geliyorsun bir zaman
yaşamak soruyorsun!
yaşamak; kör bir sancıdır sol yanımda,
dönüşsüz bir türkünün kambur sesinde yitip giden…!
ve dinledikçe kendimi,
kâbus olup büyür geceler karanlığın uğultulu yollarında…
ben kaçmak isterken her şeyden
gözlerin adına kendime sefer üstüne sefer eylerim.
sana çok benzeyen bir şehir olur geçtiğim her yer
her yer öylece uzar gider içinde gözlerimin
ve bizden çok uzakta
mevsim çömezi bir haziran
sonbahara uyanır şehr-i İstanbul,
gözlerinde bir mavi yangın
ve saçlarından dökülür martılar
Üsküdar’da pasaklı bir deniz kızının
sâhi martılar diyordu bir şair:
“martılar ki sokak çocuklarıdır denizin”
yani öylesi kimsesiz ve unutulmuş
yani morarmış kanatlarında münzevi bir hayat taşıyan
sonrası geç kalmış yaşanmışlıklarda
bulutsuzluğa prangalı bir çift yağmur damlası,
yağmasın diye kulelerde saklanan..!

işte böyle “can” dediğim:
yetim çocuklar hüznünde
kâhır yüklü gölgeme
çokça sahiplik etmişken bedenim,
yorgunluğun kıyısında
hüzün olup işlenmişim ömür gergefine…
çapulcu dillerin nazarında
sevdaya zûl libaslar giyinen,
uğursuzluk alâmeti koca bir hiç’miş adım…
ötesi yok!
gurbet yokuşu ağlamalar pazarında
iki damla gözyaşıymış bedelim
ve soyunup benliğimden
elem üstüne elem giyinmiş
sana pervane yüreğim
gözlerimde gözlerini ateş bilip yanmışım öylece
hiç ses etmemişim
meğer ne çok kedermiş
gözlerinin içinde tutuklu kalmak..!
lâkin sevmişim işte
her şeyden ve herkesten öte
sadece sevmişim seni…
ama sen kendini sök düşlerimden
sök ve git şimdi!
yolların koynunda
başımı yaslayıp ölümün yamacına
bunca acıyla yoldaş olmuşken ben
sen kaç benim kalabalığımdan
ve bir intiharın şafağında
sesini sil şiirlerimden
olmasın dönüşü gittiğin yolun
kalemi kırılmış gelişlerin hükmünde
sonsuz bir gidişle
unutmalara aç yüreğini,
yüreğini toparla yüreğimden
cellat bayramı asılışlarda
nasırlı urganlar kuşanmış şiirlerde seyreyle yüzümü
ve zamana not düşsün akreple yelkovan
yüzün kalbimin ortasında
yalnızlık yazgısı yemin olsun
ki belki arınıp mezar kalabalıklardan
ben yine ben olurum…!
yağmurlu bir gökyüzü akşamı
hani olur ya!
düş yorgunu bir martı gelir de hatırlatırsa beni
“ziyan ömürler kucağında
kendine has ölümler büyüten
bir deli çocuktu” dersin…
hadi git şimdi
git ki gözlerine “ayrılık” değmesin…!

Hala Sizinleyse...

1 yaşinizdayken sizi elleriyle besledi ve yikadi
Butun gece aglayip onu uyutmayarak teşekkur ettiniz

2 yaşinizdayken size yurumeyi ogretti
Size seslendiginde odadan kacarak teşekkur ettiniz

3 yasinizdayken size ozenle yemekler hazirladi
Tabaginizi masanin altina dokerek tesekkur ettiniz

4 yaşinizdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu
Evin butun duvarlarina resim yaparak teşekkur ettiniz

5 yaşinizdayken sizi cici kiyafetlerle susledi
Gordugunuz ilk camur birikintisine atlayarak teşekkur ettiniz

6 yaşinizdayken okula kadar sizinle yurudu
Sokaklarda "GITMIYCEEEEEEEM"diye aglayarak teşekkur ettiniz

7 yaşinizdayken size bir top hediye etti
Komşunun camini kirarak teşekkur ettiniz

9 yasinizdayken size dular öğretti,
siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.


11 yasinizdayken sizi arkadaşinizla sinemaya goturdu
"Sen bizimle oturma"diyerek teşekkur ettiniz

12 yaşinizdayken zararli TV programlarini seyretmenizi istemedi
O evde degilken hepsini izleyerek teşekkur ettiniz


19 yaşinizdayken okul masraflarinizi karşiladi,sizi arabayla
kampuse
goturdu ve eşyalarinizi taşidi
Arkadaşlariniz alay etmesin diye kampus kapisinda vedalaşarak
teşekkur
ettiniz

21 yaşinizdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir
vermek
istedi
"Ben senin gibi olmiycam"diyerek teşekkur ettiniz

22 yaşinizdayken kep giyme toreninizde size gururla sarildi
Avrupa seyahati icin para isteyerek teşekkur ettiniz

25 yaşinizdayken dugun masraflarinizi karşiladi,sizin icin hem
mutlu
oldu
hem cok duygulandi
Siz dunyanin bir ucuna taşinarak teşekkur ettiniz

30 yaşinizdayken bebek bakimi hakkinda size akil vermek istedi
"Artik bu ilkel yontemleri birak"diyerek teşekkur ettiniz

40 yaşinizdayken sizi arayip bir akrabanizin dogumgununu hatirlatti
"Anne işim başimdan aşkin"diyerek teşekkur ettiniz

50 yaşinizdayken o cok hastalandi, haftasonunda onu gormeye
gittiginizde
mutlu oldu
Ona yaşlilarin cocuk gibi nazli oldugunu soyleyerek teşekkur
ettiniz

Derken bir gun..... o öldü
O gune kadar onun icin yapmadiginiz ne varsa, o anda kalbinize bir
yildirim
gibi duştu....



EGER HALA SIZINLEYSE, ŞIMDI ONU HER ZAMANKINDEN DAHA COK SEVIN

28 Eylül 2011 Çarşamba

SÜKUT



Bir sükut ki yüreğimde sorma
Büyüdü dağlar kadar
Sükut, çok koyu düştü yalnızlığa
Aklımda hep o gün
Bir yol kıvrımında ağlayan o iki göz
Sabahında gördüğüm o rüya ve o derviş
Unutulmak dedi ölmektir
Epeydir yüreğim hiç uğranmamış bir tenha
Bak nazar etmiyorsun diye dönmüyor dünyam
Bir bak, bak ki yeşersin sevdam
YETİŞ

Dilerim lal gayri iflah olmaz sevda ki sorma
Sorma ki ne yordu beni hayat
Sancısı dünden yüreğimin
Yine ağlıyorum
Yine solgun yüreğim
Bak yine bahar geldi sevgilim
Yine uzaklarda gözlerim
Yüreğim yangın yeri kor alev ki sorma
Sorma ki ne yakar beni bu özlem
Sevdası dünden yüreğimin
Yorgunluğu ezelden
Yüreğimi yoran hayat mı
Yoksa yüreğim mi yormakta hayatı
Ben sevmek istememiştim oysa
Ben sen olmak istememiştim
Her özlem bir muhabbet sonucumudur.
ÖZLEDİM, ÖZLEDİĞİMDENDİR SANA GELİŞİM.
SÖYLE YÜREĞİN HALA YÜREĞİME SICAK MI?

Bir Adın Kalmalı

Bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet bir adın kalmalı geriye

Birde o kahreden gurbet

Sen say ki ben hiç ağlamadım

Hiç ateşe tutmadım yüreğimi

Geceleri koynuma almadım ihaneti

Hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan

Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın

İçimin nehirlerinden

Evet yangın

Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan

Evet kaybetmenin o zehirli buğusu

Evet isyan

evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

Bu sevda biraz nadan

Biraz da hıçkırık tadı

Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden

Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca

Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam

Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı

Yani ben seni sevdiğim zaman

Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de

Bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye

bir de o kahreden gurbet

beni affet

kaybetmek için erken

sevmek için çok geç

 
İBRAHİM SADRİ

Ne fayda


Seni anlatma arzusunda kelimeler vurup kaçıyor kalbime
Seni taşıyan cümleler dökülse kağıtlara ne fayda, yoksun
Güneş, her sabah yaşadığımı hatırlatmanın yersiz çabasında
Sonuma taşıyor saatler, ömür bir kerelik, hayat senden yoksun

Her halim sensizliğimi aşikâr kılıyor, tarafımdan gizlenemeyensin
Canım kanıyor, ağlasam ne fayda, sızlansam ne fayda
Çaresiz, iman tazeliyorum çaresizliğimle, kader diyorum işte kader
Yokluğunun orucundayım, senden yana nasibim keder

Şehrin aşk mağduru temsilcisi edecek beni yokluğun biliyorum
Aklımı yitirdiğime dair söylentilerin sebebi sen olacaksın, 
Yazık, sevipte kavuşamamış bir adam diyecekler yüzümdeki sensizliği görenler
Kaç bin geceyi gözlemeliyim seninle aynı anda aynı yıldıza bakmak için
Medet umduğumuz yön hatırına, bir ses ver Allah için!

Hangi dua kaç bin kez okunmalı yollarını bana çevirmeye?
Kaç yetimi doyurup, kaç düşküne el verdim
Varlığım hüküm sürerken ve üstüme kapanmamışken rahmet kapısı
Sen hangi kitaba sığdırıp benden böyle vazgeçtin?

Daha kaç gecenin nöbetini gözlemeli gözlerim
Sorgusuz ve parolasız durma gel demeye hazırım sana
Doldum dolacağım kadar, limiti yok bu özlemin
Yaratılmış olma gayem varlığına özlem duymak mı?

Gittin! Aklım gitti! Müjdeler olsun artık deliyim! 
İbadet hükmü kaldırıldı varlığımdan!
Yokluğundan meskûn mahallelerin yaşayan tek ferdiyim
Artık kendimden korkarım! Beni benden korusun Mevlam

Kadir Oğul

Edebi Yaşayan Osmanlı


Osmanlı’da sadaka taşları varmış, ihtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden, yabancı elçilerin de şaşkın şehadetleriyle, sadece ihtiyacı kadarını alırmış. Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan konaklarda da uygulanır, yolcu eğer ihtiyacı varsa yatağının başucundaki keseden alabilirmiş. Binitine ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirmiş.



Eskiden “Kapıyı kapat!” denilmezmiş. Allah (c.c.) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. “Kapıyı ört, ya da sırla” denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş.



“Lambayı söndür” demezlermiş. Allah (c.c.) kimsenin ışığını söndürmesin, “Lambayı dinlerdir” derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış. Uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağırilmazmış. “Agah ol erenler” derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan… Ona eren uyanık olurmuş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.


Hanımlar “Efendi” derlermiş beylerine, “siz” derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı “Karınca basmaz Efendiye” çıkan insanlar varmış.


Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebmiş.Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. “Git bir daha gelme!” der gibi değil de, “gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun” der gibi dizilirmiş.


Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manâlı yaşarmış.



“Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler, Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler.”diye tarif eder Üstad Necip Fazıl bu hali

27 Eylül 2011 Salı

umudumuz kıyamet

ey yar
ben sen; sen ben oldun
hasretin adını birlikte koyduk
vuslatımiz hayal, aşkımız hicran oldu
yüreğimizle kuşandık sevdaları
Sonu düşünmedik geçerken hasret yollarını
kalbimizi mühürledi zaman
sevdamızı hatıra eyledi zaman
göremedik sonumuzu ulaşamadık birbirimize

demir atmıştık yanlış yakılmış yüreklerimize
fırtınaların alabora etti beni 
demiraldın sen, sen limanımdan
sorabilseydim yüreğine
acı vermezdim senle anlam bulan sözlerime
hasret yüklü bulutları görürdüm gözlerinde
her an yağacak gözyaşın akmasın diye 
ben ağlardım hergece

dalgandıkta durulduk
durulduğumuzda ikimizde kaybolduk
gözlerimiz ağlamaz, güneşlerimiz doğmaz oldu
sevda bizi terk edeli
umudumuz kıyamet oldu..


Şükrü SOYLU

güvercin




Bir dalın üstünde boynu büküksün
Bırak, gözyaşların toprağa düşsün
Toprak anasıdır yaşayanların
Dertlerini emer ağlayanların
Kanatların sanki yıldız otağı
Senin de sırtında şu hayat dağı
Bilmiyorum, ne var aynalarında
Ben, köşk arıyorum rüyalarımda
Sanki yılanlarla belada başım
Bir anda köpüğüm bir anda taşım
İnsanlar içimde bitmeyen sancı
İnsanlar, tuhaf mı tuhaf, yabancı
Ne o, yoksa sen de avare misin
Sokak sokak gezen divane misin
Suskun durma öyle, konuş, ne olur
Belki alev söner, hüzün kaybolur
Galiba dumanlı yeşil gözlerin
Yolunu mu kaybetmişsin göklerin
Kirpiğin mi ıslak, elin mi şaşkın
Esiri mi oldun sen de bir aşkın
Bak bizi bekliyor güneş ve çiçek
Davran yoksa dakikalar bitecek
İkimiz de yorgun, perişan, sessiz
Korkarım ki, kıyameti bekleriz


NURULLAH GENÇ

SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR






nurullah genç
Daha dokunmadan kurudu irem


çöllere bir türlü yağamıyorum

yeni bir koşunun başlangıcında

biraz deprem sonrası

biraz şehir hülyası

bir kalp yangınından geriye kalan

siyah gözlerine beni de götür

artık bu yerlere sığamıyorum.



Pembe uçurtmalar yolladığından beri

sarardı tiryaki menekşeleri

sonbaharın tozlu kafeslerinde

sevgi turnaları yakalıyorum

turnalar gidiyor;ben kalıyorum

avareyim,asudeyim,yorgunum

bilmiyorum neden sana vurgunum

Erzurum garında banklar üstünde

uyku tutmuyor karanlıkları

yitik düşlerimi kovalıyorum

gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.



Binbir türlü kokuyorsa yaylalar

siyah gözlerine beni de götür

baharın koynundan koparıp sana

ipek bir mendile sardığım yüreğimle

şehzade gülleri gönderiyorum

umutlar kalıyor;ben gidiyorum.



Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini

kaptanları sorgulayan

yanından geçen küheylanların

korku tufanına yakalandığı

siyah gözlerine beni de götür

güneş ülkesinden gelen yiğitler

benzeri olmayan bir dünya kursun

cellat,ayrılığın boynunu vursun.



Usul usul intizarı çürüten

bu hercai diken,bu çılgın arzu

sürüklüyor imkansız muştuların

eşiğine gönül vadilerini

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

düşüyorum tanyerine

ya topla yaralı kırlangıçları

ya da bu vefasız şarkıyı bitir

özgürlüğe giden tutsaklar gibi

siyah gözlerine beni de götür.

HAKKINI HELAL ET YÜREĞİM



Kelimelerin ağırlığı tek tek dilime çöktüğünde, kalemın emri ile yazmaya başladım.
Söz nerde başlayacak nerde bitecek inanın bende bilmiyorum.
Konuşan yüreğim mi yoksa nefsim mi onu da bilmiyorum.

Yüreğimle iyi geçiniyoruz da nefsim için aynı şeyleri söyleyemiyeceğim.
Ey nefis nedir senden çektiğim.
Sürekli bir şeyleri yapmam için bana emrediyorsun.
Hep benden önce konuşuyor, kafamı karıştırıyorsun.
Ne olur bu akşam bir defa olsun sus.
Sükut lehçesini bu gece kullansan olmaz mı?
Müsade edersen bu gece yüreğimle dertleşeceğim.

Gecenin demini aldığı şu saatlerde yüreğimi dinlemek istiyorum.
Belki de yüreğimle helalleşmek istiyorum.

Aynı bedende yaşıyoruz. İyisiyle, kötüsüyle sen benim yüreğimsin.
Sana çok çektirdim biliyorum.
Arkası gelmeyen dertlerimi, sıkıntılarımı hep sana yükledim.
Dağların bile çekmeye katlanmadığı nice yükün altına girdin de bana mısın demedin.
Ayrılığın acısını, vuslatın sevincini hep seninle yaşadım.

Can dediklerim canımı yaktılar, alev olup sen yandın hep…

Yar dediklerim yaramı kanattıklarında, kan olup sen aktın her defasında…

Oysa küçücüktün. Küçük ve titrek… Çok hakkın geçti bana…

Benim en iyi arkadaşlarım; gece, gözyaşı ve yatağımdı.
Biz bir araya geldiğimiz de halimize hep sen şahitlik ettin.
Yolcu ettiğim bir günün ardından geceye sığındığımda sen vardın yanımda.
Gece tüm şefkatiyle sardığında beni, kelamım hep gözyaşı oldu.
Kelimelerin bile uyuduğu bir anda başka lisana ne hacetti ki.
Muhabbetimiz esnasında dökülen her kelime yanağımı ıslatırken, ruhumu teselli etmek
yatağıma düşerdi her defasında.
Alnımdan öperken beni ‘’buda geçecek, aldırma gönül’’der teselli ederdi.

Oysa sonradan öğrendim.
Benim dostlarla muhabbetim derdime derman,
gönlüme ferman olurken sen çok acı çekiyormuşsun.
Özür dilerim. Midesi yananın değil yüreği yananın ağladığını geç fark ettim.
Ben derdime ağlıyordum, sen bana ağlıyordun.
Ben günah ateşinde yanarken sen bana su oluyordun.
Her canım yandığında sende benimle yanıyormuşsun. Bilemedim.
Ne olur affet beni.
Söz bundan sonra seni üzmeyeceğim. Sahibine layık bir yürek taşımaya söz veriyorum.

Gül bahçesi yetiştirmenin yolu bahçedeki tüm çirkinlikleri temizlemekten geçermiş.
Yabani otlar , taşlar, dikenleri ayıklamaktan.
Bende yüreğimin toprağına zarar veren tüm kirli duyguları temizlemekle işe başlayacağım.
Rabbimin bu yürekte görmek istediği tüm duyguları yeşerteceğim.
Fideleri inançla ekip, sabırla sulayacağım.
Çiçek açmalarını tam bir tevekkül ile bekleyecek, acele etmeyeceğim.
Dalında açan çiçek ne olursa olsun kanaat edeceğim.
Ha kırmızı gül, ha beyaz karanfil…Söz itiraz etmeyeceğim.

Böylesi bir hal üzere yaşarsam inanıyorum ki seni eskisi kadar üzmeyeceğim.
Hakkına girmekten ALLAHa sığınırım .Bu bedende yaşadığımız sürede dost kalalım olmaz mı?

Unutma sen bana Rabbimin bir emanetisin.
Ruhlar alemin de başlayıp, anne rahminde devam eden bir yolculuğun son durağındayız.
Yarın ahiret de bana şahitlik edeceksin.
O büyük huzura iki dost olarak çıkmaya ne dersin?
Hakkını helal et yüreğim…

alıntıdır...

Erzurumlu Çobanın Aşk Şiiri


Seni ele sevirem ki...
Diyacahsan ki niye ?
Ne bilim işde ele !
Seni görende bir hoş olir,
Ölir, ölir, ölirem...
Ahşam olir, davar, nahır, mal gelir,
Komlar, ahırlar dolir.
Sayiram, sayiram biri esgik.
Bi daha sayiram,
Bir de bahiram ki tamam.
Ama üzülirem;
Diyacahsan ki niye?
Bennam işde ele!
Yassi olir,sekide eymek yiyeceğam.
Civil lavaşi dürüm edir, tam kıtliram,
Sen ahlıma gelirsen, boğazimda dügümlenir, yiyemirem.
Gene diyirsen ki niye?
İşde ele...
Anam örtileri serir...
Gendi gendimi yiyirem.
O da gidir, külli biçare galiram.
Gözlerim süzülir, uyuyacağım uyiyamiram.
Gafam garişir, yüregim sıhişir, yatamiram.
Gene diyirsen niye..?
İşde ele...
Guşluğa doğri daliram,
Hayal, hülya görirem, sanki yanımdasan.
Sevinir, sevinir bir hoş oliram,
Bir de ayıliram ki, yastığa sarılmışam.
Diyacaksan ki niye?
Amaaan, işde ele!
Sabah olir, horozlar ötir, gün doğir...
Gahiram tavuhlara, culuhlara yem verirem...
Culuhlari dutir dutir öpirem.
Onlari bile sene benzedirem.
Saggın deme niye?
Ne bilim işde ele!
Gün gibi gelir, ay gibi gidirsen.
Beni yiye yiye bitirirsen.
Hep ömrümden götirirsen.
Seni sevdigimi de coh ey bilirsen.
Diyirsen ki niye?
Bilirsen işde ele!
Babam beni gapiya goymir diyirsen.
Ey helt yiyirsen.
Gomşulara, emin, bibin, ezen gile gidirsen...
Medem ele çıh cama, tırhıca gel!
Yüzün görim, bu da bene yeter.
Saggın deme niye?
İşde ele...

26 Eylül 2011 Pazartesi

körlerin hikayesi- bakanlar ve görenler

Dere tepe ,dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış.
Yürür yürür gidermiş,gider gider yürürmüş.

Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş;alacalı bulacalı garip bir köy.
Yaklaşmış köye doğru.
Yolları bir tuhaf,evleri bir tuhaf,insanları bir tuhafmış köyün…
Girince köyün içine anlamış meseleyi körler köyüymüş burası.
Kadınların,erkeklerin,çocukların,velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri…
Gezginci adam karar vermiş burada yaşamaya…
-Hiç değilse benim bir gözüm var,diyormuş.
Körler ülkesinde şaşılar kral olur,derler.
Bende bunların başına geçer yaşarım demiş.
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri,kulakları,burunları çok hassasmış.
Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış.
Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların.
Yürümeleri,konuşmaları doğrusu başka türlüymüş.
Bir gün körlerden biri ötekinin malını aşırmış.
Sadece tek gözlü adam görmüş bunu.
Bağırarak ilan etmiş.
-Filanca malını çaldı falancanın.
Körler:
-Nereden biliyorsun o kadar uzaktan duyulmaz ki,demişler.
-Ben duymadım,gördüm.
Gözüm var benim.
Görüyorum.
Körler göz diye,bir şey bilmiyorlarmış.
Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
-Ne demek görmek,demişler nasıl görüyorsun yani,duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?
-Anlıyorum tabii…
-İnanmayız,imtihan edeceğiz seni…
Adamı almışlar,uzakça bir yere dikmişler.
Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini.
-Anlat bakalım,şimdi biz ne yapıyoruz,demişler.
Adam anlatmış:
-Oturuyorsunuz,konuşuyorsunuz,şu ayağa kalktı,bu elini oynattı,beriki bacağını sallıyor vs…
Derken körler bir evin içine girmişler,bağırmışlar:
-Anlatsana…
-İçeri girdiniz,göremiyorum ki…
Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:
-Ne olmuş yani içeri girmişsek.
Elli santim fark etti,anlat anlat demişler.
-Arada duvar var,görmüyorum.
Körler …
Sen atıyorsun,demişler,Demincek tesadüf etti.
Bak,şimdi bilemiyorsun.
-Çıkın dışarı söyleyeyim.
-Bu kadar uzaktan duyunca ha içerisi ha dışarısı,ne çıkar yani…
-Ben duymuyorum,ben görüyorum diyormuş adam.
-Öyle şey olmaz,demişler.
Sende bir bozukluk var.
Saçmalıyorsun,acayip şeyler söylüyorsun.
Hekime muayene ettireceğiz seni…
Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler.
Hekimde kör tabii…
Elleriyle yoklamış ve parmaklarını adamın gözünde gezdirirken:
-Buldum,demiş.Bozukluk burada…
Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim ve:
-Saçmalaması bundan dolayı,diyormuş.
Ben şimdi hallederim,düzeltirim onu…
Körler ülkesinde kral olmaya kalkan gezginci zor bela kurtarmış kendini oradan.
Körler görenleri anlayamazlar.
Saçmalıyor sanırlar ve onu düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.


H.G. WELLS



Aya giden,atomu parçalayan,genleri yeniden birleştiren insanlık,kendi insanlığını henüz öğrenemedi.
Tüm teknik gelişmelere rağmen insanlık yönünden henüz karanlık çağları yaşıyoruz.


Gerry Spence



Göz odur ki dağın ardını göre,akıl odur ki başa geleceği bile…


“Dünyaya güzel karakterlerini göstermeyi isteyenler,önce devletlerini bir düzene koymaya çabaladılar.
Devletlerini düzene koymak isteyenler,önce evlerine çeki düzen verme gereğini gördüler.
Evlerini düzene koymak isteyenler,önce kişiliklerini terbiyeden geçirmeleri gereğini anladılar.
Kimse bütünden tek başına sorumlu değildir ve kimse bütünün dışında bırakılmamıştır.
Kimse sorunların sorumluluğunu kimseye yükleyemez.
Bütünün bir parçası olarak sorun da,çözüm de insanın kendisinde başlar.



Doğan CÜCELOĞLU

günahkar kelimeler


aşksız sev, yasaksız kelimeler kullan, ve günahsız cümleler kur.
nasıl yapayım a canım?
kelimelerin günahı varsa cürmünü ben niye çekeyim. söyle o zaman dost meclislerine kalbimin satırlarına sesler bulsunlar. bulsunlar ki kelimelerden kalbimin öbür yarısına boncuk dizeyim.
kahretsin bilmiyorum ki nasıl seveyim.
ölesiye severken, o can çiçeği kalbim dayanamıyor ve seni seviyorum diyorum. Hemen yüreği yüzüne yansıyor ve kelimeler yüzündeki heyecandan daha beter heyecanla çıkıyor ağzından kalp çarpıntısıyla.
SEVİYORUM DERKEN...??? diyor...
Diyorum ki seviyorum derken not like a darling can gülüm... no panic...
sendeki bu panik, dildeki bu eksik ve bendeki bu kalp ki külliyen yenik.
bak kardeşcan diyorum, sen can gülü, ben gül bülbülü. ben sevgine tutuk sense sesime belki. bu sevgi gül ile bülbülün değil, ve değil aşık ile maşukun aşkı. ne sen leyla ne ben mecnun.
anladım diyor. eyvallah diyorum can gülüm.
gülüm derken...?
haydaaaa diyorum...
bana günahsız bana yasaksız kelimeler söyle hattat. söyle ki sevdiğime izah edeyim.
yazının en güzeliyle yaz bulduğun harfi ve kelimeyi bulunca alımlı hattınla yaz göreyim.
hattat mahzun bir eda ile bakıyor. ömür geçti feridcan diyor, kalem yazdı , kağıt anlamadı hiç. ömür boyu uğraştım ki kağıdı kaleme aşık etmeyeyim.
ondandır kalem kağıttayken çıkarttığı ses. kalemin günahkar seslere isyanı yani.
sen söyle a canım, aşkı değil sevgiyi nasıl diyeyim.
bir ömür sen kalp iffetinle meryem, ben yusuf kalayım.

yüreğin kaldıracaksa oku...

yüreğin kaldıracaksa oku...
Kaprislerin, intizar kapısında, ölümünü diliyorum bu akşam.

Yüzyılın tepesinde yanacak isyan ateşinde yanmasını istiyorum.

Yar dediğin öyle kaprisin perdesinden bakmamalı dostluk sokağına, camı sonuna kadar açık, yüreği penceresinden görülmeli.

Ya sevmeliyüreğinden, ya da yüreği almalı bedeninden. İğreti hissedişler aşka ihanettir. İstemem öyle yar deyip puslu havada aşk kokusu arayanları. Dostuuum deyip bahar bekleyenleri.

Aşk, fırtınaysa yar ile beraber olmalı. Eşkıya isyanına benzemeli yani. Baskın üstüne baskın da yese pusuyu yırtıp geçmeli. Ve ulaşmalı yare.

Yüreği isyan kaldırmayanların ne işi var kalbin dağlarında. İsyan ateşinde yanmayı göze alamayanlar ne diye dostun ateş çemberine girmeye çalışır, bilmem ki.

Dostun ölümü, yarin kaşlarında göçük meydana getirmemeli. Yar dediğin öyle delikanlı olmalı. Küçük fırtınalarda titanikleri batıranlar, okyanuslarda aşk avlayamazlar.

Ben okyanusun aşkını, yüreğini arıyorum, ırmaklar çıkıyor oltama.

Dostum öldüyse kalp meydanında kefeni ben olurum. Cenazesi gözyaşımla değil , kanımla yıkarım.Gözlerimin içine bakmasını isterim musalla taşındayken bile.

Aşk iki kişiliktir diyorlar ya, batsın öyle sevdalar. Birimiz giderse bile öbürü yaşar o kalbi iki kere. Yar dediysek öyle gidenin kalbi yük olmaz bize. Hele ki kontenjan açılmaz kalbimizde yeniden, yeni bir yare.

Anlamaz bizi günün yeni yetme kalpleri. Kalbine enson aldığı yari, açık kontenjandan alanlar, aşkın meydanında duramazlar ve dikemezler hiçbir kalbi büst meydanına.

Saygıları bir dakikalık saygı duruşuyla başlar bayrak göndere çekilene, yar toprağa inene kadar olur.

Uhudu ziyaret eden bir can kardeşim, okçular tepesine çıktığını anlattı. “İndin mi geri ordan”dedim. Şaşırdı “indim dedi tabi abi….”

“A be adam okçular tepesinden bir sefer inildi, madem ki orda duracak yüreğin yoktu nediye çıktın tepeye.”

İster uhud aşığı,ister yusufun zindanındaki aşık ol fark etmez. Yaranla döneceksin, yaranı saklamadan yürüyeceksin. Yari, Uhudun eteklerine defnettikten sonra o yar ile yaşayacaksın.

Kaprislerin ve yüreği meltemlerde burkulanların aşkı değiliz. İyi ki değiliz.

Sultan sofrasına oturanlar aşkın zehrini bile ikram etseler titremez elleri. Cücelerin hayat şerbetine tercih ederim sultanın sofrasındaki aşk zehirini.

Ve bunu da eyvallahım yok…. Böyle bilesin yar.

25 Eylül 2011 Pazar

Seni Beklediğim Kadar(voleybolcu kız)

.. Seni beklediğim kadar!..

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..
Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar..
"Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu..
Dahası..
Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..
Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan: "Tabii" dedi.. "Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."
"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu.." Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..
O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü..
Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı..
Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi..
Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı.
Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki..
Kız "Keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe..
Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..
Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..
"Ne hasta beklerdi sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolej'in önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı..Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli..
"Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir aslında.. İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu..
Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece..
Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..
"Yaaa!.."
Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız dizelere bakarken..
"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hâlâ düşünüyor..
O uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.
Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?.. Yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..
Ya da.. Ya da..
Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?
Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor..
Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, delikanlı..
..bendim!..

Yazan : Hıncal ULUÇ

Anna(mutlaka okunası)

Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıylabaşlayan adamlarız anna.
büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.
piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.
işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.
insaf et anna!


gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.

gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler,sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba,babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.

hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.
gözlerimin içine bakmaktan korkma anna.
sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.

Tanrı bizimle de konuşur belki...
tarik tufan

eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse...

eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse...

beceriksiz adımlarla yürüyen bir kıza rastlarsanız. sanki düşecekmiş gibi, sanki ayakları birbirine dolaşacakmış, bir yere takılacakmış gibi. merdiven kollarını sıkı sıkıya tutuyorsa. aceleyle yürüyorsa mesela. kalkacak son vapura, son trene yetişecekmiş gibi hızlı atıyorsa adımlarını. yere toprağı incitecekmiş gibi basıyorsa, yer çatlayacakmış gibi ürkek atıyorsa adımlarını. şaşkınsa bir masaldan şehre düşmüş gibi.

eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse...

utangaç bir kız yüzüyle karşılaşırsanız, başını yerden kaldırmıyorsa. gözlerine hüzün düşmüşse. karanlık değmişse bakışlarına. gece gökyüzünü seyretmekten ayışığının izi kalmışsa yüzünde. gözlerinden yıldızlar dökülüyorsa mesela. nereye baktığı anlaşılmıyorsa. her şey gözlerinde kayboluyorsa. kirpiklerine yakamozlar takılmışsa. gözleri denize bakan bir balıkçının gözleri gibiyse.

eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse...

genç gürültülerin arasında sessiz bir kıza rastlarsanız, kalabalığın ortasında bir sükut gibi yürüyorsa. tam konuşacakken dudakları titriyorsa, saklaması gereken bir sırrı taşıyormuş gibi. bir ortaçağ bilgesinin susuşu gibiyse sessizliği. henüz evrenin yaratılmadığı zamanlardan kalma bir sükutsa mesela. bir hint hikayesinin tanrısal suskunluğunu taşıyorsa.

eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse...

saçlarını taramayı becerememiş bir kızla karşılaşırsanız. konuşurken saçlarını savurmuyorsa. sıkı sıkıya tokalarla yapıştırmamışsa saçlarını. uyumsuz kıyafetler varsa üzerinde. yakıştıramamışsa giydiklerini. güzelliğinden utanıyorsa mesela. yaz sıcağında boğazlı bir kazak giymişse. bir pardesü giyip yün bir başlık takmışsa kafasına. ya da modası geçmiş bir şapka takıyorsa. ellerini sürekli başına götürüyorsa, saçlarını tıkıştırıyorsa şapkasından içeri. ürkekse, bir başınaysa...

bilin ki o kız başörtülü bir kızdır.

bilin ki, bir kez daha daha kaybetmişizdir..."

tarık tufan

..!

"mahallede aşağılanıp, horlanan çelimsiz çocuklar gibiyim.oyunlara ancak adam eksik olduğunda kabul edilen beceriksiz çocuklar gibi.
hayata katılmakta güçlük çekiyorum.
benim mevsimim sonbahar.
sokakların tenhalaşmaya başladığı vakitler.
tek kişilik oyunlar ustasıyım ben.
tek kişilik özlemler, tek kişilik acılar ustasıyım.
ben yağmuru arıyorum.
ben yağmuru arıyorum.
ben yağmuru arıyorum.
ben seni arıyorum."

Dengeler Adına

Yaşasın Konfederasyon Yaşasın kamçılar ve köleler
çünkü siyahları sevsem de
LINCOLN'in bir yalancı olduğunu biliyorum
dengeler adına vuruldu kim vurulduysa
çiftçiler, Marlyn Monreo, Bağdat
dengeler adına bırakıldım kendimle başbaşa
burada, şehremini'de
ve bir hallaç pamuğuna dönüşmüş olarak
kimim ben
nereden gelip nereye gidiyorum
bunun ne önemi var
Mossad besliyor kafka'yı
ZEN'i Amerika finanse ediyor
çünkü hepimizi uyuşturup
ortadoğu'yu ateşe vermek istiyorlar
ikilem,
üçlem ve dörtlemler
alternatif çöplüğüne döndü
üçüncü dünyanın beyinleri
"Hiç Akletmez misiniz?"
"Hayır etmeyiz..."

felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri
öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
eylemide aldı içine
ve ateşler içinde,Bağdat'ın orta yerinde
çırılçıplak kaldık işte
dengeler adına silahsız
dengeler adına şahsiyetsiz
miskin, geveze, entellektüel
dengeler adına vurmadı bizi
kim vuramadıysa
dengeler adına şair yaptılar bizi

Hakan ALBAYRAK

24 Eylül 2011 Cumartesi

Hiç sevdin mi senin olmayan birini?

Sevdiğin insanın bir başkasıyla mutlu olduğunu görmekten daha acı olan şey; artık seninle mutlu olmadığını görmektir. Bir zamanlar sana ait olan her şeyin yitimidir kalbinizin acı çekmesine sebep olan… Sıcacık
gülüş yok olur; sımsıkı kavrayan el yerini zoraki bir tutuşa bırakır… Her iki göz de birbirine kilitlenmez artık... Yaşanılan her şey, yerini iğreti bir yapmacıklığa devreder daha önceden asla var olmayan…Bazen tek
taraflı, bazense her iki tarafın da isteğiyle hiç bitmeyecek sandığımız sevdalar doğru yada yanlış, zamanlı yada zamansız; ama bir sebepten son bulur…
Birini sevdiğinde her istediğini verecek kadar cömert olmaya inanıyorum ben. Hiçbir çıkar göz etmeden verilen değerdir insana asıl değeri katan… Karşılığını beklemeden sevebilmektir; o seni sevdiği için değil… Onun mutluluğu için kendi mutluluğunu hiçe sayabilmektir. Zira bencilliğin bittiği yerde hayat bulur sevgi…
Duygular her zaman sözsel dile getirilemiyor. Bir bakış, bir dokunuş, küçük bir incelik ayrıntılarda saklı kalan… Bir şeklide ruhunu okşayabilmek karşındakinin… Daha önce varlığından bile haberdar olmadığın
duygularını ortaya çıkartabilmek… Başka bir sen olabilmek; mutluluklarının yanında korkularını da  yaşayabildiğin bir denizde kendini güvende hissedebilmek…
       Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yoğunlukta yaşarken sevdanı, o sevdanın sende bıraktığı tadı kağıda dökmeyi becerebilmek ise oldukça zordur. Bir türlü doğru kelimeler seçilemez; seçilenler de yeterli gelmez… Sizin benliğinizi yükleyebildiğiniz bir şiir ise tüm duygularınızı; acılarınızı, öfkenizi, tutkunuzu, özleminizi, çığlıklarınızı, coşkunuzu… en konsantre sunabilen anlatım metodu olarak o anda imdadınıza yetişiverir.
Öyle şiirler var ki… hele bir de size aktaran kişinin seslendirmedeki tonlaması içinize işleyebilecek
nitelikteyse… Müşfik Kenter, Rutkay Aziz ve de Kenan Işık’ın ağzından dinlediği bir şiire kim kayıtsız kalabilir ki? Yada Oktay Kaynarca… Komik adam diye bildiğimiz Yılmaz Erdoğan… Şiir sadece şairin dizelerinde
değil; okuyanın dudaklarında ve ruhunun yaşattırdıklarında da renk buluyor kanımca… Ne gariptir ki şairin anlatmak istediği ana temadan da öte; her okuyanda uyandırdığı duygu, bıraktığı düşünce birbirinden farklı
oluyor. Bu da yaşanmışlık ve de hazır olunuşlulukla ilintili olarak değişiyor herhalde…
Veda eden de edilen de olsanız, artık hayatınızda olmayan birini seven herkesedir bu şiir;

Sen hiç duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi…
Üzüldün mü, yanaklarından süzüldü mü hiç bir başkasının göz yaşları…
Yabancı hıçkırıklar gelip düğümlendi mi göğsünde…
Düşündün mü geceleri…
Senin olmayan rüyalar gördün mü…
Senin olmayan birini sevdin mi…
Gökyüzüne baktın mı, yıldızlar düştü mü, güneş doğdu mu her gecenin
sonunda…
Uyandın mı başka birinin sabahına…
Hiç sevdin mi sen,
Duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi …
Gülümseyişini hissettin mi belli belirsiz kendi dudaklarındaymışçasına
yakın, sıcak…
Hiç sevdin mi senin olmayan birini?
Senin olmayan bir şehirde, bir gecede, bir bedende yaşadın mı hiç…
Sen hiç gerçekten sevdin mi senin olmayan birini…?

Sevmenin sadece almaktan ibaret olmadığını kavrayabileceğiniz olgunlukta bir hayat dilerim. Ne demiş şair “Ayrılıklar da sevdaya dair”…
alıntı

Tek Hece Aşk

Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğine Toroslar'dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eylerim taç ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı için kül eyledim Kerem'i.
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.
Hat'rım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.
Yunus'umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Benim için yaratıldı Muhammet!
Benim için yağdırıldı o rahmet!
Evliyanın sözündeki muhabbet,
Enbiyanın yüzündeki nur benim...

Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim...

Cemal Safi

23 Eylül 2011 Cuma

dır dır ne anlama geliyor

Dır dır önemsenme feryadıdır .
"Benim farkıma var "çığlığıdır .

Birikintilerin dışa vurumudur .
Yerine getirilmeyen beklentilerin feveranıdır.
Vaatlerin unutulmasına sızlanmadır.
Serzeniş , tepki, iliştirme, laf sokuşturmadır.
Drdır dediğiniz bazen de homurdanmadır.
İnsan durduk yere homurdanırı?
Sebebini anlamaya çalışmak , temeline inmek gerek ...

"Sebepsiz değilmiş" diyerek bir eş dırdırcı olmamalı ; çünkü kendini ve derdini anlatmak için olumlu ve uygun bir yol değildir.
Üstelik süreklilik kazanırsa sağlıksız bir görüntü verir, usandırır, eşiyle yüz göz eder.Netice itibariyle de ancak mutsuzluğu arttırır .
Dırdırcıların sadece hanımlar olduğu hususunda yaygın bir kanaat vardır.Ancak bu doğru değildir .Dırdırcı beylerin sayısı da sanıldığından çok fazladır .
Fakat hanımların dırdırından da büyük ölçüde beyler sorumludur .Evet , dırdırı hanımlar yapsada genellikle bu olumsuzluğa beyler sebep olurlar .Sebep olan yapan gbidir .Bu yüzden de beyler dırdır olumsuzluğunun ortağı olurlar .
Hanımların samimi arkadaşlarına ,anne-babalarına, eşlerine içlerini açmalarına "dırdır" denmemelidir.Çünkü bu hal , dırdır değil, dök içini rahatla prensibinin uygulanmasıdır.Kızgınlığın , kırgınlığın havasını alır , daha başka ve daha kötü olumsuzlukların çıkmasına da engel olur .
Konuşan eşten değil , tam tersine konuşmayandan korkmak gerekir , zira konuşanı anlamak kolaydır .Dert anlaşılınca çözüme de ulaşılır .
Vehbi Vakkasoğlı

Aşk Duası

Rabbim
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdigin olsun

Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanin kalbi Seninle sevisen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla bulustur ki benden önce
Onunla bulusmus olan sen olasin
 Onunla el ele tutustugumuzda
Ikimizin uzerinde Senin elin olsun
 
Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayim
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete acilan iki pencere olsun


Onunla oyle bir yolda yürüyelim ki
Kilavuzumuz sen olasin ey Rabbim
 Oyle bir sevgili verki bana
Ona sarildigimda kainat bize baksin
Birbirine sarilsin
Sevgimiz kurtla kuzulari baristirsin
Bize bakip seytan Adem'e secde etsin
Günah sevap ugruna kendini feda etsin
Olüler birer birer uyansin sevgimizle
Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Oyle sevelimki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki
"Bak ya Muhammed bak su sevgililere onlar bizde... bizde onlardayiz.
Bak Askimiz birkez daha yasaniyor yer yüzünde..
Allah Askimizi öyLe cok seviyorki binlerce insana yasatiyor..

 

bir anneden ders

Aşçılığıyla ün yapmış bir anne, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam, yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla... karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına: “Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var” dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi: “Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak.” Anne; çocuğa destek olan değil, desteksiz ayakta durmasını sağlayandır.