29 Kasım 2010 Pazartesi

Beyaz Dilekçe

Rahman ve Rahim olan adına sığınarak,
Açtım iki elimi, kor gibi iki yaprak,
Bir edep ölçeğinde umutlu ve utangaç,
İşte dünya önümde benim ruhum sana aç.


Bu seyriyen ellerle senden seni isterim,
Senden seni isterken canımdan çıkar tenim,
Sana aşık ruhumdur, merceği yakan ışık,
Gözlerim Cemal’ini görmeden de kamaşık.

Bir mirasyediyim ben iflasın eşiğinde,
Hep sabrım ölçülüyor ihlas bileşiğinde,
Kimim? Kimlik ararken hem güler, hem ağlarım,
Yükseklerden dökülen sular gibi çağlarım.

Çok tuzlu bir denizim, her anım med ve cezir,
Sana aşık olalı, yüreğim kut'la esrir.
Döşeğim kara toprak, yorganım kara bulut;
Ben, Seninle doluyken vurgun yapamaz kunut.


Her insan günah işler, Senden saklanır mı sır?
Tövbe dilekçesiyle sırttan kalkar bu nasır.
Kainatı yarattın, donattın, rızık verdin;
Kimine sonsuz körlük, kimine ışık verdin;

Yanlış adım atmayın diye indi her kitap,
Sana açılan eli geri çevirmezsin Rab!
Ulu bir silsileden peygamberler gönderdin,
Gökyüzüne yıldızlar, yere çiçekler serdin;

Senden önce bir sen yok, kainatta ilk Sensin;
Bu kainat bir meta, hepsine Malik Sensin...
Rabbim Seni tanıyan, bilir doluyu, boşu,
Kapına geldi işte yorgun bir aşk sarhoşu.


Garibim, muzdaribim, ama umutsuz değil,
Seninle dost olanlar cihanda mutsuz değil.
Kulunum, kurbanınım, Rabbim Senin mülkünde,
Garip kulun ne söyler, gülümse dilekçeme...


Senin için verince, verenin feyzi artar,
Gönülden bir sadaka, dağca bir ömrü tartar.
Kainatta ne varsa hepsinin zikrinde Sen.
Hamd ve Şükür Sanadır, herşey Seninle esen;


Sen ki, Sana geleni çevirmezsin eli boş,
Aşık boşa dememiş; "Lütfun da, kahrın da hoş"
Bir beyaz dilekçedir sana her yalvarışım,
İmanımla amelim, hem perdem, hem nakışım


Çalı bile kendine sığınan kuşu itmez,
Sen Gafur'sun, Aziz'sin, senin keremin bitmez.
Geldim işte kapına, kul senden ırak olmaz,
Sana adanmamışsa yürekte yürek olmaz.

Benden önce esirge Muhammed ümmetini,
Esen gitsin her kervan, en sona ula beni.
Kainat bir mozaik, her şeye sahip Allah,
Ey gizli ve aşikar her derde tabip Allah...
 
Mehmet Emin AY

Bir Gece


On dört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayınon dördü bir öksüz çıkıverdi
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler
Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi
Nerden görecekler göremezlerdi tabi
Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi
Bir kere de ma'mure-i dünya ozamanlar
Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin
Salgındı bugün Şark'ı yıkan tefrika derdi

Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi
Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum
Bir hamlede kayserleri kisraları serdi
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi
Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi
Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun O'na cemiyeti medyun O'na ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret
Mehmet Akif Ersoy

28 Kasım 2010 Pazar

Tekfurun Kızı

Ben seni alamam ah Holofira
Azığım tamtakır binitim nalsız
Bir belde geçerim kalacağım yok
Dostlarım bi-vefa düşmanım yalsız

Kolum halat değil bakracımda kum
Ben seni alamam ah Holofira
Sade yoksunluktan yokluktan değil
Eline kir olsun elliüç lira

Amma ki alamam bir uzak sevi
Gelmiş de çökmüştür taunlar gibi
Ben seni alamam ah Holofira
Geç git heç bakmadan eğlenme e mi

Pusatları parlak binbaş istesin
Seni ulak elçi naib-i kral
Ben hoyrat söyleyim el bana hoyrat
Gelip de ne deyim şu dillerim lal

Ben seni alamam ah Holofira
Baban kâfirine kılıç üşürsem
Hem de gece bassam- iti uykulu
Şöyle ya Allah'la bohçanı dürsem

Amma ki alamam yaradan beni
Ne ardıç ne çınar ufarak çayır
Koşumum gıcırdar ölmek dilerim
Bağrım kaynıyordur yüklerim ağır

Sen bir düş imişsin kuşluk çağında
Soluma tükürdüm  Rabbim Gafurdur
Bilesin kavuşmak yok İslâmlıkta
Kavuşan kısmısı ancak gâvurdur


SÜLEYMAN ÇOBANOĞLU

ölüm doğuran nikâh


Abbasî halifesi Harun Reşid’in önde gelen devlet adamlarından Cafer el-Bermekî (Ö.187/803), üstün bir alim, zarif bir edib ve pek cömert bir zengin olarak tanınıp sevilmişti. Çeşitli yerlerde valilik ve komutanlık yapmış başarılı bir idareciydi. Halifenin çok sevip takdir ettiği bir yakını ve yardımcısıydı. Babası Yahya el-Bermekî ise Harun Reşid’in veziriydi.

Harun Reşid, Cafer’i ve çok sevdiği kızkardeşi Abbase’yi yanından hiç ayırmazdı. Sohbet meclisinde onları da hazır bulundururdu. Harun, Cafer ile Abbase’nin aynı meclis ve sofrada meşru olarak buluşup görüşmelerini sağlamak için, Cafer’e çok fazla yaklaşmamak şartıyla Abbase’yi nikâhlama teklifinde bulundu. Cafer’in kabulü üzerine, Abbase’yi onunla nikâhladı.

Cafer ve Abbase, sohbetlerden sonra Harun kalkıp gidince başbaşa kalırlardı. Cafer verdiği sözün gereği Abbase’ye ilişmiyordu. Fakat Abbase rahat durmadı. Bir fırsatını bularak, zayıf bir anında Cafer’e nikâhın gereğini yaptırdı ve Cafer’den hamile kalarak bir oğlan çocuğu doğurdu. Halifeden korkan Abbase, çocuğu gizlice Bağdat’tan Mekke’ye gönderdi.

Harun Reşid o sene hacca gitmiş ve işin gerçeğini öğrenmişti. Bu duruma fena halde sinirlenmişti. Cafer’in artan kudreti, nüfuzu, bazı icraatları ve harcamaları da halifeyi ürkütüyordu. Nikâhın neticesi ise bardağı taşırdı. Bir hayatla birlikte bir ölüm doğdu. Cafer-i Bermekî, Harun Reşid’in emriyle idam edildi.

Derler ki, Cafer’in babası Yahya o yıl hac sırasında Kâbe’nin kapısında şöyle dua etmişti: “Allahım! Eğer beni günahlarım yüzünden cezalandıracaksan, çoluk-çocuğum ve mallarımı almakla da olsa senin rızana ulaşmam için cezamı dünyada ver, ahirete bırakma.”

Yahya’nın duası kabul edilmişti. Oğlu Cafer idam edilmiş, kendisi de hapiste ölmüştür.

Tarihu’t-Taberî, el-Kâmil fi’t-Tarih; İbn-i Hallikan, Vefeyatu’l-Ayan

AL ANNE BU KIRMIZI GÜL'Ü SÖZLÜME VER...

Genç mücahidlerimizden biri cihada gitmek üzereyken annesiyle vedalaşıp helallik dilemek istedi.Annesi:

Evladım eğer senin ölüme gittiğini bilsem kesinlikle gitmene izin vermeyecektim.Ama Kur'an da geçen Bakara suresindeki " Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin.Onlar diridirler lakin siz sezmezsiniz." ayeti hatırıma geldiği vakit senin memnuniyetle gitmene izin veriyorum dedi.Yolun açık olsun oğlum Rabbim muvaffak etsin, son bir şey daha söyleyeceğim dedi.Evladım sözlün; sözlün ne olacak onun haberi yok ki senin gideceğinden.

Genç hiçbir şey söylemeden göğsünü açıp henüz kurumamış kıpkırmızı bir gül çıkardı ve annesine uzattı.AL ANNE BU KIRMIZI GÜLÜ SÖZLÜME VER, bunu ona ilet yeter.Ve ben sağ kaldıkça bu kırmızı gülde solmayacak dedi.Nasıl olur evladım dedi annesi olur mu hiç öyle şey suda kalsa bile en fazla bir ay dayanır.Genç yine söze başladı anne sen Bakara suresinde ki ayeti ne çabuk unuttun Şehitler Ölmez diye.Demek o gülde solmayacak anne dedi.Annesi akan gözyaşını yazmasıyla sildi.Oğlum git, git evladım git Rabbim senin içindeki cevheri eksik etmesin inşaallah.Rabbim seninle ve arkadaşlarınla olsun ve yolunuz daima açık olsun dedi.Daha sonra genç mücahidin şehit olduğu haberi geldi.Evet şehit olmuştu.

Şehidin annesi oğlunun bıraktığı o gülü genç mücahidin sözlüsüne verdi ve o gencin sözlüsü ölünceye kadar hiç evlenmedi ona sözlü kaldı.Neden mi?

Çünkü Gül hiç solmadı ki...

Kadın ve Vali



Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki:
-Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın!
Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:
-Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum.
-O, hangi kapıdır?
-Bu kapı, Allahü teâlânın (Basir) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.


Basir : Her şeyi gören.
Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiç bir şey engel olamaz. Allah'ın, kalpteki fısıltıları, beyindeki oluşumları, fikirdeki gizliliklei, kalplerdekini, zifiri karanlık bir gecede kapkara bir taşın üzerinde yürüyen simsiyah bir karıncayı ve çıkardığı sesi görür , duyar, bilir. İbadette ihlas, kulun Allah'ı görmemesine rağmen, Allah'ın onu gördüğünü bilmesi ve onu görür gibi ibadet etmesidir.
Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsân sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? Kim geldi de, boş döndü? İstemesini bilmezsen, alamazsın. Huzuruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın!

Elhamdülillah Müslümanız!

Kafkas kartalı diye anılan İmam Şamil, çarlık Rusyasının düzenli ordularına karşı Kafkasya ın bağımsızlığı için bir avuç fedakar ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele vermiş bir lider ve kahramandı.

Çarlık Rusyasının her imkana sahip orduları karşısında, insan da dahil eksilen hiç bir-şeyi yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve . esir düşmüştü.

Fakat Rus çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir esir gibi değil bir misafir gibi karşılamıştı. Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenledi. Yemek devam ederken, Çar kaba bir tarzda İmam Şamilin iştahlılığını iğnelemeye kalkıştı ve :

- "Yahu bu adam beni de yiyecek" dedi.

Şeyh Şamil bu,sözün altında kalmadı. Misafirini, iğnelemekten çekinmeyen bu kaba Rusa tereddütsüz şu sözü söyledi :

- "Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz."